KORKU

FreeVector-Yoda-Vector

tabiatta korku zaaf olarak algılanır. bunun maddi sebeplerini ele alabiliriz. lakin ben işin o kısmında değilim çünkü işin diğer vechesi itibariyle madde planındaki korku, hayatta kalmak için lüzumlu bir duygu/reflekstir.

tasavvufta ise “korku” bir tür şirk manası taşır.(bahsimiz süflî manadaki korku, “havf” değil). çünkü korkmakla aslında önce kendimizde, sonra da hasmımızda bir tür güç vehmetmiş oluruz.

elbette kendinde güç vehmeden kimse, otomatikman etraftaki her bir birime de güç atfedecek ve kendindekinden üstün bir güce çatınca da korkacaktır. işte şuurumuz bu noktada, kendini toprak seviyesi, tabiat seviyesine kitlemiş olur. neticede bütün şuurlar, tahakkuk ettiği mertebeye göre muamele görürler.

bu tür bir itikad içindeki kimse, ömrünü kendinden güçlülere kuyruk sallayarak ve zillet içinde, kendinden zayıf gördüklerini ise ısırarak zâlimâne geçirir.

halbuki hakikat başkadır:

“lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah”, yani “allah’tan başka davranış ve güç sahibi yoktur”. allah kimseye güç, kuvvet vermemiştir. varoluşta cereyan eden işlerin tamamını yardımcısız, muavinsiz olarak o yürütür. bu, el an böyledir. sadece biz aksi yönde ve boş bir zan içindeyiz.

“lâ havle…” zikrini çok yapar ve istiridyenin içindeki inciye, kelamın içindeki saf manaya, zikrin özündeki nura ulaşırsak artık hiçbir şeyden korkmaz oluruz. lakin allah’dan çok korkmaya başlarız. ondan başka güç sahibi de olmadığından, mecburen ondan yine ona sığınırız.

allah’ım,

azabından affına,

gazabından rahmetine,

senden sana sığınırız.

not: “korku, dark side/karanlık yüze giden bir yoldur. korku öfkeye, öfke nefrete, nefret acı çekmeye götürür” demiş master yoda..

yoda üstadım! maalesef seni takdir edemeyeceğim. marifetin çok sığ ve yüzeysel kalmış. zira allah’a çıkmayan yol, yol değildir.

DUA

universe

başına gelenlerin büyük çoğunluğu şimdiye kadar yaptığın duaların sonucudur.

kalbindeki niyet bir duadır;

insanlara, hayvanlara, tüm mahlukata karşı nasıl bir duruşun ve niyetin vardı? en önemlisi kendin ve kendi hayatın için nasıl niyetler içinde idin?

niyet düzeltmek işin başıdır,

mesela, yemeği iki türlü yiyebilirsin. açlığını gidermek için veya ondan alacağın enerji ve sağlıkla varoluş hikmetin(marifetullah tahsili) yolunda güç bulabilmek için,

Maişetin için çalışabilirsin veya niyetini düzeltip, kendine ve ailene helal lokma yedirebilmek için….bu böyle gider…

sözlerin bir duadır;

ağızdan çıkan söz sana bir sorumluluk yükler ve mutlaka sana bir geri dönüşü vardır. yalan dolan, üçkağıt, dedikodu, küfürlü ve de malayani sözler sana olumsuzluklar olarak geri dönecektir.

ve nihayet her fiilin bir duadır;

en güçlü dua türü fiili olandır. bütün fiillerin en sonunda dönüp dolaşıp seni tekrar bulacaktır, bir bumerang gibi.

mevlana bu minvalde, “kainat bir dağdır, sen ona nasıl seslenirsen sana aynı şekilde karşılık verir, aks-i seda eder” der.

allah, “mucibed deavat”tır yani bütün dualara icabet eder.

evet, “ne ekersen onu biçersin” ve “kim ne eder, kendine eder”

TECDİD/YENİLENME

New_Star1

ne kadar akıllı olursanız olun, hatta bin dehanın aklına sahip olun, onunla üreteceğiniz din gerçekte yalnızca bir dogmadır, bir ideolojidir. semeresi de ancak kan ve gözyaşı olur. bu Rab’lığa soyunmanın had cezasıdır.

“Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (yusuf, 40)

aklınızın muazzam seviyelerde iş görmesi size avantaj sağlamaz bilakis daha da dibe batırır. çünkü sonsuza nispetle herhangi bir sayı değeri, (bir de olsa, bir milyon da olsa) aynıdır, fark etmez.

bu sebeple din bir akıl işi değildir. cüzi şuurun, evrensel şuurun içinde erimesi sonucu yaşanan bir hâldir. hiçbir tanıma sığmaz. ancak bu halin sahibi, evrensel şuurun ışığında gündelik problemlere çözüm ürettikçe, akıl ehli o çözümleri benimser ve kıyas yoluyla teksir eder ve zaman içinde din bir dogma haline gelir ki, kaçınılmaz bir süreçtir.

dinde tecdid/yenilenme denen olgu, yeni bir hakikat ehlinin yani varoluşa katılıp onun yaşantısına ermiş bir insan-ı kamil’in zuhur edip, dini zaman içinde birikmiş akli, nefsani, şeytani tortulardan temizleyip aslına irca etmesidir.

allah’ın âdetidir ki, vahiy indirdiği ve hitap ettiği toplum, kültür ve insanların anlayışını esas alır ve mesajlarını o çerçevede sunar. buna “tenezzül-ü ilahi” denir.

1400 yıl öncesinin belirli bir toplum ve kültürüne göre inmiş mesajları bağlamından soyutlayıp, saf manaya ve özüne inemedikçe, o hükümleri günümüz toplumlarına taşıyamayız. olduğu gibi taşımaya kalkarsak bünye doku uyuşmazlığı sebebiyle red tavrı gösterecek ve işler karmakarışık bir hal alacaktır.

işte günümüz müslümanlarının yaşadığı büyük bunalımın kaynağı budur.

inandıkları ile hayatın pratiği çelişmekte ve müslümanı büyük bir gerilime sürüklemektedir. bu gerilimden kurtulmak için ya dinden imandan istifa edecek veya işin hakikatına yükselecektir.

ikisini de yapamayınca büyük bir infial ve bir intihar psikolojisi durumu söz konusu oluyor.

velhasılı kelam, bize ekmek ve sudan bile önce bir müceddid(yenileyici) lazım. aksi takdirde islam dünyası bu bataklıkta debelenmeye devam edecek.