YILBAŞI

biz niçin yılbaşı kutluyoruz da batı dünyası ramazan bayramını kutlamıyor?

hiç düşündünüz mü bunu?

eski devirlerde düşmana yenilirseniz kılıçtan geçiriliyor ve yeryüzünden siliniyordunuz.

evet düşmanı biyolojik ve genetik olarak bile yeryüzünden silmenin pek çok avantajı vardı. tüm kaynaklar sizin neslinize kalıyordu. ancak çok geçmeden bunun son derece verimsiz bir yöntem olduğu anlaşıldı.

mağlup ettiğiniz düşmanı yok etmek yerine köle olarak kullanmak, çok daha verimli bir yöntem idi. bir kurt sürüsü, rakip kurt sürüsünü yok etse veya sürse, o bölge ve kaynakları ona kalıyordu; ama insan çok daha sofistike bir canlıdır. refahının büyük kısmı ham doğal kaynaklardan değil, emek gücünden gelmektedir.

işte bu noktada bedava köle emeği efendiye müreffeh bir hayat sağlamaktaydı. her ne kadar köleliğin başlangıcı savaşta yenilmek ise de, sonrası büyük ölçüde psikolojiktir. köle psikolojisine giren insanın bir daha oradan çıkması zordur. hz. musa gibi yüksek bilinç sahibi bir zat bile israiloğullarını kölelik psikolojisinden çıkartmayı başaramamıştır. kölelik yaşantısını hiç tatmamış ve çölde zorlu şartlar altında yetişmiş yeni nesil ile ancak israiloğullarındaki eziklik psikolojisi son bulmuştur.

acizlik, öğrenilmiş çaresizlik, hamle gücünden yoksunluk, korkaklık, efendiye özenmek, onu taklit ve en önemlisi ve tehlikelisi de “efendinin” gerçekten kendinden üstün olduğuna inanmak…ve bu noktada hemen şu sözü de hatırlayalım: “bir köle, kölelikten kurtulduğunu değil, kral olduğunu hayal eder”; yani kendini pratiğe aktarılması mümkün olmayan gerçeklikten uzak boş hayallerle avutur. pratiğe dönük düşünceler risklidir çünkü.

anglo-saksonlar çağımızın roma imparatorluğunu kurmuş ve tüm dünyaya kendi kültürlerini empoze ederek onları köleleştirmişlerdir. sen ister farkında ol istersen olma, tüm dünyanın ürettiği gelirin bir kısmı sürekli olarak amerika’ya ve ingiltere’ye akmaktadır. bir tür modern cizyedir bu.

anglo-saksonlar tüm dünyayı haraca bağlamış durumdadır ve bu düzeni de büyük ölçüde kültürel hegemonya ile sağlamaktadırlar.

dostum sen var ya!

anglo-sakson efendinin kültürel güdümünde olduğun müddetçe, mısırlı efendisinden korkan ezik israiloğlu hükmündesin.

sen beyaz efendine yalakalık yapıp secde ettiğin müddetçe, hz. musa gelse seni kurtaramaz.

sen firavunların kölesisin ve hep köle olarak kalacaksın.

RUS-UKRAYNA SAVAŞI

her türlü dezenformasyondan arındırılmış rus-ukrayna savaşının kısa tarihi:

– dünya 500 yıldır anglo-sakson hakimiyetindedir.

– anglo-sakson hakimiyetine ilk baş kaldıran ülke napoleon fransa’sıdır. fransa bu başkaldırısında önceleri başarılı olmuşsa da, napoleon’un rusya seferindeki hezimetinden sonra ezilmiştir(en son waterloo savaşıyla) ve ondan sonra fransa bir daha anglo-saksonlara başkaldırmaya cüret edememiştir. o günden bu yana fransa’nın küçük şımarıklıkları hep devam edegelmiştir. ancak hegemonlar fransa’nın kaprislerine pek ses çıkarmamakta ve idare etmektedirler.

– anglo-sakson dünya düzenine ikinci başkaldıran ülke almanya olmuştur. almanya ilk seferinde fena halde ezilmiştir(birinci dünya savaşı). ancak almanya son derece ciddi bir güç olduğu için tek seferde işi bitirilememiştir. ikinci isyanında(ikinci dünya savaşı) ise tamamen diz çöktürülmüş ve kültür olarak dahi prusya askeri geleneğinden soyutlanmış ve amerikanize edilmiştir.

– anglo-saksonlara üçüncü başkaldıran güç sovyet rusya olmuştur. o da soğuk savaş yöntemleri ve dünyanın çeşitli cephelerinde vekalet savaşları ile alt edilmiş ve sovyetler birliği 1991 yılında anglo-saksonlarca yıkılmıştır.

rusya dahi tıpkı almanya gibi son derece ciddi bir güç olduğu için, bir müddet sonra kendini az çok toparlamış ve düzenin karşısına tekrar dikilmiştir. işte şu an gördüğümüz ukrayna-rusya savaşı, anglo-saksonların rusya’yı tamamen elimine etmek için girdikleri dolaylı bir savaştır.

anglo-saksonlar rusya’ya karşı her iki operasyonda da dolaylı yöntemler kullanmıştır; çünkü rusya’nın nükleer silahlarından çok çekinmektedirler.

bu savaşı putin’in şahsi hırslarına bağlayanlar yanılmaktadır. rusya’nın başında kim olursa olsun sonuç yine aynı olacaktı. rusya cüssesi nedeniyle düzen için büyük tehdittir. onun elimine edilmesi için hegemonlar her şeyi ama her şeyi yaparlar. rusya da ölüme bile isteye razı gelemeyeceğine göre, bir noktada kızılca kıyametin kopması kaçınılmaz idi.

bu noktada aklınıza “kim haklı kim haksız” gibi ucube bir soru gelmesin sakın.

ortada haklı haksız yoktur; sadece doğal bir hakimiyet mücadelesi vardır. anglo-saksonlar elbette kurdukları dünya düzeninin tekerine çomak sokacak olanı yok etmek isteyeceklerdir. rusya da elbette kendisini yok etmek üzere harekete geçmiş güce boynunu uzatmayacaktır.

olay bundan ibarettir. iki tarafın da propaganda ve dezenformasyonlarına inanmayınız. türkiye açısından iki gücün birbirine girmesi kötü bir şey değildir. biz iki tarafa da mesafeli durursak, çok ekmek yiyebiliriz bu işten.

not: insanlar ölüyor sen çıkar düşünüyorsun diye gelmeyiniz bana. stratejik düşünce rasyonel olmak zorundadır. işin insani boyutu ayrıca ele alınmalıdır.

MUTLULUK

mutluluk büyük ölçüde kişinin iç dünyası ile alakalıdır.

mutlu olacak olan adam, kulübede de mutlu olur.

iç dünyası karmakarışık olan adamı saraya da koysan, o iç gerilim mutlu olmasına izin vermeyecektir.

tasavvuf ehli bin yıldır “ne ararsan kendinde ara” diyor; ama insanlar ısrarla mutluluğu dış etkenlere bağlama eğilimindeler.

günümüzde öyle bir kesim türedi ki, tüm iç gerilimlerinin sebebi olarak akp iktidarını görüyorlar. akp iktidarından kurtulma yönünde ümitlerini kaybedince, yurt dışına çıkma temayülü gösteriyorlar. akp’nin olmadığı yerde çok mutlu olacaklarını düşünüyorlar. bu türden düşünceler yalnızca fantazidir. gerçeklerle karşılaşıp fantazileri son bulunca sudan çıkmış balığa dönecekler elbette.

dünyanın neresine gidersen git, her yer aynı. üstelik nereye gidersen git, oraya kendini de götürüyorsun. kendinden kaçmanın bir yolu yok. eğer sen bilinç olarak cehennem seviyesinde isen, bahamalara da gitsen bir müddet sonra orada da için sıkılacaktır.

ahiretimiz şu anda bizimle beraberdir. ahiretimiz bilinç bedenimizdir. bu bilinç bedenimiz ölümden sonra fizik bedenimiz olacaktır. bilincin düşük mertebeleri(madde ve tabiat seviyesi) direkt cehennemdir. cehennemde olanın ise içten içe yanması gayet normaldir.

yanmadan ve içteki bu ateşten kurtulmanın iki yolu vardır. biri; bilinç olarak tabiat ve madde seviyesinden kurtulmak, katı ego kaydından çıkmak, benlik bilinci olarak yükselmektir. diğeri ise, gaflet ve sarhoşluğa dalmaktır. ikincisi sahte çözümdür. insanların içkiye, uyuşturucuya, sefahata, çeşit çeşit oyun eğlence ve oyalanmaya düşkünlüğünün sebebi budur.

diğer yandan siyasi iktidardan şikayet etmenin de bir anlamı yoktur. o da ayrıca bir bilinç çarpıklığıdır ve acıya neden olur. zira siyasi iktidar, toplumsal(kolektif) bilinç ile tencere ve kapak ilişkisi içindedir. kolektif bilinç tarihi yürüyüşü esnasında hangi basamağa gelmişse, zâhirde ona göre bir iktidar teşekkül edecektir. bunu durdurmanın bir yolu yoktur. senin basit sandık ve oy hesabına bağladığın iktidar, aslında asırların trendi tarafından belirlenmektedir.

sen buna ister tarihi determinizm de; istersen de kader de; ama şunu unutma: “kader, kendine rıza göstereni hedefe nazikçe taşır, direnç göstereni ise sürükleyerek götürür”. sürükleyerek götürdüğünün kafası gözü mü yarılır, yoksa iyice pestili mi çıkar, orası kişinin direncine kalmıştır. kısacası sal kendini akıntıya rahat et…

not: dikkat edin! bu söylediklerim kişinin iç dünyası ile ilgilidir. zâhir planda insan neye inanıyor, neyi doğru biliyorsa onu yapmalıdır; o yönde çalışmalıdır; ama içten içe de tarihin akışına direnç göstermenin onu yakacağını bilmeli ve iç dünyasında daima nötr kalmayı başarmalıdır.