imanın altı esasından biri de kadere, hayır ve şerrin allah’tan gediğine inanmaktır.
günlük hayat içinde bilinci sıkışmış insan, şerlerin de allah’tan olduğunu maalesef anlayamamaktadır. halbuki film ve dizi senaristleri bile çok iyi bilir ki, kötü karakterin bulunmadığı bir yapımı kimse seyretmez.
allah kötü değildir bilakis mutlak iyidir; ancak kainatın işleyebilmesi ve istenen sonucu üretebilmesi için(marifetullah) zıtlara ve mukabil kutba ihtiyaç vardır. bu sebeple allah kötülük ve şerre hem müsaade etmekte hem de onlara faaliyet gösterebilmeleri için güç vermektedir. allah izin ve güç vermezse hiçbir varlık kesinlikle icraat yapamaz. bu durum hem hayır hem de şer için mutlak olarak geçerlidir. o halde hem kişisel planda hem de toplumsal planda cereyan eden tüm olaylarda allah’ın izni, emri ve onayı vardır diyebiliriz; ancak rızası olması gerekmez. mesela bir şahıs başka birini öldürmeye azmettiğinde hal lisanı ile allah’tan onay ister; eğer allah uygun görürse onun talebini kabul eder ve o şahsın öldürülmesi için gereken şartları verir. verdiğinde o fiilin allah’ın rızası dairesinde gerçekleştiğini söyleyemeyiz. alkol almak isteyene de allah imkan verir ama buna rızası yoktur.
insanın hayat çizgisi çoğunlukla zorunlu bir akış içindedir. ancak belirli menzillerde kavşaklar vardır. işte bu noktalarda insanlar hür iradeleri ile seçim yaparlar. bir kez seçimini yaptıktan sonra da tekrar zorunlu rejime tâbî olur ve seçtikleri yol istikametinde gitmeye mecbur kalırlar; ta ki başka bir seçim kavşağına varıncaya dek.
evet insanın bu anlatılan bilince ulaşması kolay değildir. ulaşmakla da olay bitmiş sayılmaz; çünkü davranışlarımıza yansımayan ve hayat tarzı haline gelemeyen bilginin kuru felsefeden öte bir değeri olmaz. marifetin hayat tarzına dönüşebilmesi için sırf akılda kalmayıp bilinçaltına indirilmesi ve ruha yüklenmesi gerekir. ruha yükleme yapacak anahtarları ise bize peygamberler verirler.
yukarıda anlatılan bilinci ruha yüklemek mi istiyorsunuz?
o bilinci kuşanmış olarak çokça “lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” deyiniz. burada üzerinde önemle durulması gereken nokta şudur ki: önce her hakikatin bilincini edineceğiniz sonra tesbihini yapacağız. aksi takdirde bilinçsizce söylenen tesbihatın faydası olmaz veya istifade çok cüzi kalır. bu şekilde yapılan la havle tesbihi, en kısa yoldan varlıkta bağımsız bir güç olmadığını, mahlukatın ancak ve ancak allah’ın izni, güç vermesi ve onayıyla bize fayda veya zarar vermeye muktedir oldukları bilgisini bilinçaltımıza nakşeder ve de ruhumuza yükler. böylece allah’tan yine allah’a, celalinden cemaline sığınmış oluruz. tevhid sırrına uygun olan bu sığınışımız ise mutlaka icabet görecektir.