YERLER VE GÖKLER

uzaya doğru bir roket fırlattığımızı düşünelim. bu roketin belirli bir yüksekliğe ulaştıktan sonra dünyaya tekrar düşmesini istemiyorsak, minimum hızı saniyede 11 km olmak zorundadır. roketimiz bu hızın altında kalırsa nihayet dünyanın kütle çekimine yenik düşecek, gittikçe yavaşlayacak, bir noktada hızı sıfır olacak ve gerisin geriye arza(yeryüzüne) düşmeye başlayacaktır.

arz ve semavât= yerler ve gökler.

“yerler ve gökler” tabiri ilk anlamı itibariyle herkes duyar duymaz ne anlıyorsa odur. ancak tasavvufi anlamı ilk anlamı da içine almak kaydıyla çok daha geniştir. günümüz insanının anlayacağı dille ifade edersek; basitçe arz, evrenin düşük titreşim frekansına sahip katları iken, gökler evrenin yüksek titreşim frekansına sahip üst katlarıdır veya boyutlarıdır.

evrenin üst katlarına tırmanmak(mirac) için yapılması gereken de aslında bellidir: titreşim frekansını yükseltmek. bu da aynı zamanda altbeyin bilincinin yükselişi de olmaktadır.

gerek şahıslar gerekse de toplumlar(kolektif bilinç itibariyle) bulundukları bilinç veya titreşim frekansı katının getirdiği kadarıyla gelişmişliğe ve olgunluğa kavuşurlar. bu durumda rahatlıkla olgun insanların altbeyin bilinçleri veya gelişmiş toplumların kolektif bilinçleri diğerlerinden daha yüksek katlardadır diyebiliriz. titreşim frekansının düşük olması ise gerek kişilerde gerekse de toplumlarda ilkelliğe, fakirliğe ve geri kalmışlığa neden olur.

anglo-saksonlar kabaca son 500 yıldır dünyanın hâkimleri ve medeniyetin temsilcileri konumundadırlar. bu konumlarını da kimilerinin iddia ettiği gibi “dünyayı sömürmelerine” borçlu değildirler. elbette yüksek şuurda olan, düşük şuurda olana her zaman galebe çalar. o gücüne istinaden de dünyanın kaynaklarını kendi tasarrufuna alma eğiliminde olması, eşyanın doğası gereğidir.

doğunun düşük titreşim frekansında ve düşük şuurda kalıp, anglo-saksonların yükselebilmesi onların putlarını kırabilmesi ile alakalıdır. dikkat ederseniz batıda “aydınlanma” denilen olgu esasen tam bir dinlerden yüz çevirme ve kurtulma sürecinden ibarettir. en sade anlatımıyla “aydınlanma”, dinlerin toplumun her alanından kovulması ve sürülüp çıkartılmasıdır.

işte anglo-saksonlar ve onlarla yakın kültürel etkileşimde bulunan periferilerindeki toplumlar, dinleri etkisiz eleman konumuna düşürmekle lafla değil ama yaşantısal olarak “lâ ilâhe” demiş olmaktadırlar. putları kırmanın ödülü de büyük olmaktadır elbette. toplumsal bilinci ve titreşim frekansını çok yükseltmektedir putperestlikten kurtulmak.

bu noktada “dinlerin putperestlikle ne ilgisi var?” diye soracaksınız…

cevap basittir esasen: hakiki din, altbeynin yaşantısal olarak deneyimlediği bir süreçtir. tek başına üstbeyin(zihin) ile bilgisel düzeyde inşa edilmiş din ise kısa sürede devasa bir puta dönüşmekte ve hakikat önündeki en büyük engellerden biri olmaktadır. hatta daha da kötüsü sürekli bastırmalarla(çünkü altbeyinde bir gelişim olmamıştır) toplumsal düzeyde istibdata, kişisel düzeyde de nevroza yol açılmaktadır. kısacası tek başına üstbeynin bilgisel düzeyde inşa ettiği din, toplumları ve kişileri hasta etmekte ve pratikte putperest yapmaktadır.

evet anglo-saksonlar ve ortakları “lâ ilâhe” demeyi başarmış ve tüm putları kırıp bunun getirisini de yaşamışlardır. son 500 yıllık dünya hakimiyetleri ve ulaştıkları refah, putları kırmalarının ödülü olmuştur. ancak artık onlar için deniz bitmeye başlamıştır. zira “lâ ilâhe” deyip gerisini getiremez ve “illallah” diyemezseniz, kurtulma hızına ulaşamaz ve gerisin geriye döner ve arza düşmeye başlarsınız. tüm putları kırarsınız belki ama sonunda da en büyük putun esiri olursunuz.

o en büyük put dahi “benliktir”. eğer “lâ ilâhe”den sonra “illallah” demek mümkün olsaydı, “illallah” manası benlik dağının üstüne düşen milyon voltluk yıldırım hükmünde olacak ve onu tuzla buz edecekti.

işte bu aşamada yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş olursunuz. putlara secde etmekten kurtulursunuz belki; ama tevhidi kemale erdiremediğiniz için de tanrılık iddia eden deccala dönüşürsünüz. elbette deccalların muamelesi de farklı olacaktır.. onlar oyunun başında dünyaya hükümran olurlar; ama sonunda helak olup giderler.

anglo-saksonlar ve ortaklarının(veya uydularının) başına gelecek olan da işte tam olarak budur.

Yorum bırakın