KARINCA KARÂRINCA

nemrut, hz. ibrahim’i içine attırmak için devasa bir ateş yaktırır. her hayvanın tepkisi farklı olur bu duruma. karınca minicik bir damlayı yüklenir ve ateşe doğru taşımaya çalışır. faraza karıncanın bu davranışını küçümseyip, “minicik bir damla ile o ateş söner mi?” diyecek olsaydınız, karınca size şöyle cevap verecekti muhtemelen:

“evet ben de biliyorum bu mini minnacık damla ile o dev ateşin sönmeyeceğini; maksat, tarafımız belli olsun…”

belki de tarihte “taraf olmayan, bertaraf olur” hikmetini ilk idrak eden hz. ibrahim’in karıncası idi. karınca safi bir niyetle öyle düşündü ama onun dahi bilmediği nice gizli hikmetler mevcuttur bu varoluşta.

mesela siz o karıncayı yakalayıp yolun en başına bıraksanız, karınca yine en baştan yola koyulacak ve hedefine gitmeye çalışacaktı. siz bin defa karıncayı yolun başına geri taşısanız, karınca asla yılmayacak, çöküntüye girmeyecek, tekrar hedefine doğru yol almaya çabalayacaktı. onu kitabında yoldan dönmek, bıkmak, depresyona girmek, kendini zavallı görmek, ümitsizlik, “ben kimim ki, benden bir halt olmaz” demek yazmazdı.

işte sır burada yatıyor. allah, varoluşu öyle kodlamış ki, kararı kesin olan, yoldan dönmeyeceği netleşen kimse önünde kainat diz çöküyor, yoluna kırmızı halılar seriyor.

buradaki incelik şudur: emmare bilinç, “ben yapacağım” der; yapamayınca da kendine güveni yok olur, depresyona girer, çöker. emmareden kurtulan bilinç ise ancak, “ben elimden geleni yaparım, gerisi nasip” der. o bu idraka varmıştır. dolayısıyla muhtemel bir başarısızlık karşısında çöküntüye girmesi söz konusu değildir. işin garip tarafı, bu idrakı tam olarak elde eden kimsenin elinden tutar allah. onu en azından iç aleminde başarıya ulaştırır. tarihi dönem itibariyle hikmetine uygun düşüyorsa, zahirde de başarıya ulaştırır. (ben allah falan bilmem diyenler de, “tarihi determinizm” olarak görsün bu meseleleri)

dikkat edelim!

firavunlar ve kulları gibi tanrısal kahramanların kendi kişisel güçleri ile tarihi yaptığını zannetmeyelim. elinden gelenin azamisini yapana allah ihsan ediyor…olayın özeti bu…

bundan sonra karınca gördüğümüz anda bu hikmetleri hatırlayalım. minik bir karınca bize ne dersler verebiliyor görüyorsunuz.

HUKUKUN KAYNAĞI

pek çok kişi, hukukun eğitimli veya bilinçli insanların olduğu yerde gelişmiş olduğunu zanneder. halbuki meselenin özü başkadır.

dikkat edin batı’da gelişkin bir hukuk sistemi varken, doğu toplumları hemen her zaman despotik yönetimlere sahip olmuştur.

bunun sebebini batı’daki toprak düzeninde aramak gerekir. batı toplumlarında büyük toprak sahipleri vardır. lordlar, kontlar, dükler vs…bunların her biri toprakların bizzat sahibidir ve kendilerine sadık askeri güçleri vardır. kral dahi genellikle lordlar heyeti başkanı gibi bir konumdadır. (kral ile lordlar arasındaki güç dengesi zamana göre değişkendir)

hukuk, güç sahipleri arsındaki sınır çizgilerinden doğar. hukuk aslında güç sahipleri arasındaki dehşet dengesinin bir başka ifadesidir.

hukukun iyi niyetli veya adalet duygusu gelişmiş yöneticiler eliyle gelişeceğini sanmak büyük yanılgıdır. en iyi niyetli bir yönetici bile gücünü sürekli genişletmek eğilimindedir. bu insanda tabii bir yönelimdir. bir sınıra çarpıncaya kadar gücünü genişletecektir. bunu durdurmanın herhangi bir yolu yoktur. ateş yakar, su ıslatır…

işte o çarptığı sınır bir başka güç sahibinin alanıdır artık. onun haklarına saygısızlık yapamazsınız; çünkü gerekirse elindeki güçle kendini savunacaktır.

doğu toplumlarında ise bağımsız toprak ve güç sahipleri olmamıştır. merkezi iktidarı güçlü tutmak için kasıtlı olarak böyle bir sistem kurulmuştur. ancak bu sistemin de olumsuz yönü despotizm olmuştur. hukuk sistemi gelişememiştir.

sanayi toplumlarında da aynı ilke geçerlidir. batı’da özel sektörün gelişmiş olması, birbirinden bağımsız çok sayıda ekonomik ve siyasi güç odağının ortaya çıkmasını sağlamıştır. işte bu güç odakları arasındaki denge de gelişmiş bir hukuk düzeni gerektirmiştir. sanayinin gelişip yeterince derinleşemediği ülkelerde veya bağımsız güç odaklarının oluşmasına izin verilmeyen sosyalist rejimlerde elbette hukuktan bahsedilemez.

türkiye 500 milyar dolar ihracat yapmayı başarsın, bugün şikayet ettiğimiz sorunların pek çoğunun kendiliğinden yok olduğunu görürdük.

minimal devlet + çok sayıda ekonomik ve siyasi güç odağı= gelişmiş bir hukuk, gelişmiş bir toplum, özgürlükler…

CEHENNEM

kişi önce kendini bağımsız ve güç sahibi olarak bilir.

sonra tüm diğer insanların ve varlıkların da kendi cürmü kadar güç sahibi ve bağımsız olduklarını vehmeder.

işte kişinin vehmettiği ve kurguladığı bu dünya cehennemin ta kendisidir. zira artık kendisi için güçlünün zayıf üzerinde tahakküm kurduğu ve gücüne göre hareket ettiği bir dünya inşa etmiş olur. artık tüm diğer kötü ahlak, zincirleme reaksiyon olarak bu bilinç sahibinde açığa çıkar.

sen kendini ve diğer tüm birimleri bağımsız ve güç sahibi olarak bilirsen, savaş ve mücadelenin hakim olduğu vahşi tabiat alemine giriş yaparsın. düşman veya hasım olarak gördüğünden nefret edersin, kıskanırsın, haset edersin, zayıf gördüğüne üstünlük taslarsın, ezersin, kazanmak için yalan söylersin, hile yaparsın…sonsuz bir çirkin ahlak döngüsüne hapsolursun…

bu bilinçte olan kimsenin dünyası cehennemdir. eğer o bilinçle ahirete gidecek olursa, ahireti de cehennem olur.

cehennemi söndüren ise tevhid idrakıdır.

gerçekte asla kendi başına bağımsız ve güç sahibi bir birim yoktur. tevhid ehli şöyle düşünür:

varoluşta sadece ben varım ve de allah var. gördüğüm her kişi ve olay allah’ın bana bir belirimidir. o olay ve kişiden alacağım bir ders vardır. o nedenle allah bana rab(terbiye edici) sıfatıyla o suretlerle gelmiştir(rabbın bize bir truman show’u söz konusudur kısacası). varoluşta bir ben varım bir de allah var, başka kimse yok tefekkürü ilk başta kimilerine aykırı gelecektir belki. ancak bu tefekkürü öneren bizzat abdülkadir geylani hazretleridir. bilen bilir; o bu işin üstadıdır.

söz gelimi bir hırsız geldi, malımızı çaldı. tevhid ehli o hırsızı gönderenin, yolu açanın, izin verenin allah olduğunu gayet iyi bilir. bizdeki bir yanlışın karşılığı, cezası ve dersidir o hırsızlık vakası. kötü söz mü işittik amirimizden veya birilerinden…söyleyene değil söyletene bak…başımıza bela, kaza, felaket, hastalık mı geldi…hepsi allah’ın bir belirimidir.

bela gelmez hak yazmayınca
hak yazmaz kul azmayınca

ancak tüm bunlar iç alemimizde tefekkür planında kalmalıdır. içişleri ile dışişlerini karıştırmamalıyız. malı çalınan kimse, zâhirde yapması gerekeni yapar; polise başvurur vs…ancak iç aleminde olayı haktan bilir ve tefekkürünü ona göre yapar. bu tefekkürü dış plana çıkarmak safsatalara neden olur; dolayısıyla kaçınılmalıdır. zira zâhir ile bâtın alemleri farklı kurallara tâbîdir.

dikkat ederseniz her varlığı allah’a bağladık ve onu bağımsız ve kendi kendine hareket eden varlıklar olmaktan çıkardık. tevhidin ilk basamağını gerçekleştirdik. bu basamağın hakkı verilmeden ikincisine geçilemez. o da kendimizin dahi hakkın bir tecellisi ve görünümü olduğu gerçeğidir. birinci aşama başarılırsa, ikinci aşama zamanı gelince kendiliğinden hasıl olacaktır. böylece kişi en büyük şirkten, yani kendi kendini allah’a ortak koşmaktan kurtulur. affı mümkün olmayan şirk budur. cezası da haktan perdelenmektir.

kaldır benliği aradan
görünsün yaradan

allah’tan perdeli olmak cehennemdir.

allah’a kavuşmak ise cennetin ta kendisidir.