BATILILAŞMA

plum tree1

“batının tekniğini alalım ama kültürünü almayalım”

islami kesimin kendi pozisyonunu izah etme ve zevahiri kurtarma amaçlı ürettiği derme çatma ve boş bir argümandır bu söz. hâlin gerçekçi bir tahlilini yapamamışlardır çünkü sistematik ve soyut düşünce sahasında yeterli değillerdir.

hayat tarzı, ilim, teknoloji, sanat, musiki vs. gibi bir kültürün dış plana ait görünen ne kadar maddi unsuru varsa, hepsi onun dünya görüşünün donmuş, materyalize olmuş hâlidir. o yüzden batının dünya görüşünü alırsanız onun maddi hayatına kavuştuğunuz gibi, maddi altyapısını alırsanız yine otomatikman batının dünya görüşüne kavuşursunuz.

yalnız bu noktada önemle vurgulanması gereken mesele şudur ki, dünya görüşünün alınması ile maddi altyapının da kendiliğinden geleceği düşüncesi pratikte, araya giren farklı değişkenler yüzünden, oldukça sorunludur. kemalizm tam olarak bu demektir ve dünyadaki diğer benzerleriyle beraber fena hâlde çuvallamışlar ve şeklen bir batılılaşmadan öteye gidememişlerdir.

pragmatik bir yol izleyerek direkt altyapısal dönüşümü (sanayileşmeyi) ön plana çıkaran milletler ise (japonya, kore) amacına ulaşmış ancak iddia edildiği gibi kendi kültürel unsurlarını muhafaza etmeleri söz konusu olamamıştır. onlar da altyapı dönüşümüyle beraber dünya görüşü ve paradigma değişimini yaşamışlardır. kimono giymek vs. gibi eskiden kalma bir kaç geleneğin korunması dünya görüşlerinin değişmediği anlamına gelmemektedir.

o yüzden islamcı camia iyi bilsin ki, türkiye sanayileşme yolunda ilerledikçe batının dünya görüşünün ve algısının ruhlara sinmesi kaçınılmazdır. türban takmak ve benzeri bir kaç sembolik unsura sarılarak bu istilayı durdurmak mümkün olmayacaktır.

evet miadını doldurmuş ve ortaçağdan kalmış bir anlayışa endeksli de olsa eski dünya görüşümüz iman ve islam temelleri üzerine bina edilmişti. pek bilinmez ama ortaçağ islam algısı tümüyle muhyiddin-i arabi hazretlerinin vahdet-i vücud görüşü üzerine inşa edilmişti. onun izlerini sanatta, mimaride, musikide bile görmek mümkündür.

oysa, batının bizlere sunduğu dünya görüşünde imanın kırıntısı bile yoktur. bu durum islam dininin zaman içinde tasfiye olacağı anlamına gelir ve an itibariyle bunu durdurabilmenin hiçbir yolu gözükmemektedir.

eğer biz kendi dünya görüşümüzü yenileyebilirsek, erdoğan’ın deyimiyle islamı güncelleyebilirsek işte o zaman makus talihi yenmiş olacağız. bunun kesinlikle başka bir yolu yoktur. tek çaremiz yenilenmedir. ancak bu noktada üstün bir anlayışa eremezsek sapıtma kaçınılmazdır. yenilenme adı altında bazılarının(!) islamı kırpa kırpa kuşa çevirmesinden ve esâsâtı inkar etmesinden bahsetmiyoruz elbette.

TECDİD/YENİLENME 2

yeni

evet, genel bir kaidedir ki, her bilgi ancak belirli bir çerçevede doğrudur. hangi bilgi olursa olsun, çerçevesinden taştığında artık doğruluğunu yitirmiş demektir. bu nedenle soruyu sorarken çerçeveyi de tanımlamak zorundayız; aksi takdirde soru da, cevap da safsataya yol açacaktır.

öyleyse önce dinin tanımını yapalım:

dinin âfâkî, objektif, dış aleme ait tanımı: din, evrensel düzenin kurallarıdır. insan aklının keşfettiği maddeye dair kurallar da ondan bir şubedir. ancak bu keşifler buzdağının görünen ucu mesabesinde kalırlar. insan aklı, tümevarım yöntemiyle evrensel kuralları keşfetmeye çalışırken, peygamberler tümdengelimle bu kuralları icmalen-topluca ve öz olarak- insanlığa sunarlar. son derece yüksek hakikatlerin toprak seviyesine indirgenmesi yoğun bir mecaz, metafor, benzetme ve misallerin kullanımını veya ibret için kıssaların anlatımını gerektirir. mecaz ve sembol dili, tümdengelim yönteminin zorunlu bir üslubudur.

dinin enfüsi, subjektif, iç aleme ait tanımı: din, insanın dünya görüşü, evreni ve kendisini değerlendirirken sahip olduğu zihni çerçeve ve paradigmadır.

bu tanımlardan sonra soralım: yaygın olarak iddia ettiği gibi, din giderek hayatımızdan çıkıyor mu? yoksa “paradigm shift-paradigma kayması” mı yaşıyoruz?

miadını doldurmuş dünya görüşü ve algısı tasfiye olurken, onun yerini bir başkası mı alıyor?

işte bu tetkikimiz sistematik düşünceye bir örnektir ve esası da soyutlamadır; yani mevzuun kabuklarını soyup özüne inmektir.

sonuç: evrensel düzenin kurallarının geçerliliğini yitirmesi hiçbir şekilde mümkün değildir ve bu anlamda din daimidir. o düzenin bizim bilincimizdeki yansıması ve açılımı anlamındaki din ise değişkendir. çağlar boyunca sürekli evrile kıvrıla ilerler. insandaki veya toplumsal bilinçteki bu evrim, bir yılanın zikzaklar çizerek yol alması gibi diyalektik mahiyettedir. gün olur tez galip gelir, gün olur antitez ön plana çıkar veya galip gelmiş gibi görünür. devrâna aldanmayalım. tezin de antitezin de diyalektik yasalar gereğince saltanat süresi belirlidir. zamanı gelince her biri sönecek ve tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktır.

 

SÜNNET

order1

sünnet’ten kasıt sünnetullah’tır; yani sünnet, evrensel düzenin kurallarıdır. peygamberin ayrıca bir sünneti olduğunu düşünenler büyük bir yanılgı içindedirler.

sünnete uygun davranmak, evrensel düzenin kuralları ile uyumlu olmak demektir ki, her alanda başarı ve sonuç elde etmek bu uyuma bağlıdır.

peygamberler, evrensel düzenin kurallarını en öz biçimde bize açıklamışlardır. onlar esasatı kurdukları için, aslında medeniyetin de gerçek babaları konumundadırlar.

bir peygamber her halinde, işinde, sözünde evrensel düzenle uyum içinde olmayı kendine prensip edinmiştir. insanlara da bunların en önemlilerini açıklamış, detayları ise daha çok halka açıklamayıp kendisi uygulamakla yetinmiştir. ancak bu detayları dahi, özünü anlamak kaydıyla,  yürürlüğe koymamız bizim de faydamıza olacaktır. ancak bir genel kural olarak söyleyebiliriz ki, detaylara fazla eğilmeyip, ana kurallara riayet etmek de yeterlidir; hatta avam için en uygunu budur.

sünnetin özünü anlamayıp şeklen basmakalıp tekrar etmek veya ayrıntılara takılıp kalmak, son tahlilde dogmatik bir yapıya, sayısız iç çelişkilere ve safsataya yol açacaktır. din adı altında inanılmaz absürtlükler ortaya çıkma şansı bulacaktır.

bundan kurtulmak için sistem kurucularına müracaat etmemiz gerekir. yani ayet ve hadisleri doğrudan kendimiz anlamaya çalışmak yerine, onları iç tutarlılığı yüksek bir dünya görüşüne ve sistematik fikre dönüştürebilecek olan mütefekkirlere başvurmalıyız. öyle şahıslar ayet ve hadisleri gerçek bağlamına oturtabilirler. bunu da marifetleri ölçüsünde yaparlar. sistem kurucu mütefekkirin marifeti ne kadar yüksek ise, ortaya koyduğu fikriyatın ahengi ve iç tutarlılığı o kadar yüksek olacaktır. o zatlar sistemlerini inşa etme esnasında bağlama uymayan ölçüleri de değerlendirme dışı bırakabilirler. mesela, her hadisle amel edilecek diye bir kaide yoktur. ancak o hadisler kaynakları sağlamsa inkar edilemezler. umulur ki, ilerde başka bir sistem kurucusu yetişir ve o hadisleri kendi sisteminde yerine oturtur.

böyle bir ferasetten yoksun olanlar, dini yaşamak adı altında tüm hayatlarını çelişkiler ve zorluklar içinde geçirirler.

bu nedenle, ayet ve hadisleri yalnızca hakiki marifet sahiplerinden (imam-ı rabbani, mevlana, muhyiddin-i arabi, imam-ı gazali, abdülkadir geylani gibi…) bağlamıyla beraber öğrenmeliyiz ve asla zamane cahillerine itibar etmemeliyiz. onlar ayet ve hadisleri kendi sapkın görüşlerini pazarlamak için ambalaj niyetine kullanırlar. ‘ben söylemiyorum, kuran söylüyor” diyen kimsenin amacı ancak manipülasyondur.