İKİ HAYAT

günümüz müslümanlarının en büyük sorunudur.

onların birbiri ile çelişen iki hayatları vardır. biri zihinlerinde kurguladıkları hayat ve biri de içinde hayallerin geçer akçe olmadığı günlük hayat. bu nedenle düşünüşü ile yürüyüşü farklıdır müslümanın.

bir yandan namaz kılar diğer yandan parti ilişkileri ile beş yerden maaş almanın yolunu bulmuştur.

bir yandan namaz kılar ama diğer yandan dolandırıcı esnaftır. zira esnaflığı içinde yaşadığı ortamın gereğine göre yürütür, başka türlüsünü görmemiştir ve sonra namaza gider.

aslında bu şahısları suçlamak yersizdir; çünkü mesele şahsi çabaya bağlı değildir büyük ölçüde; sistematikle alakalıdır. zira onların elinden daha iyisinin gelmesi mümkün değildir. iki hayatı birbiri ile bağdaştırmanın yolunu bulmak, onların boyunu çok çok aşan bir iştir ve ancak müslüman düşünürlerin çözebileceği ve öğretebileceği bir çaptadır. müslüman düşünür ise bulunmaz hint kumaşıdır.

tüm bu karmaşa dinin gerçekte bir yaşantı olduğunu anlamamaktan kaynaklanır. mesela ben buraya günümüz insanı için üremenin ve çocuk yapmanın son derece sıkıntılı bir durum olduğunu yazıyorum, adam gelip pat diye bir hadis yapıştırıyor:

“evlenin, çoğalın, zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim”

dostum şimdi söyle bana, oradaki “siz” hitabına kendini nasıl dahil ettin?

o hadis öncelikle peygamberin kendi ders halkası içinde terbiye ettiği şahıslara hitap ediyor. ondan sonra da o seviyeye yaklaşabildiği ölçüde diğer müslümanlara. sen mümin olabilme ve mümin yetiştirebilme seviyesine gelebildin mi? yoksa basitçe bir memeli hayvan olarak üreyip, bunun üstüne hadis kılıfı mı geçiriyorsun?

söylediklerime inanmadın mı? al o zaman bunlar da hadis:

(ikinci asırdan sonra insanların en hayırlısı, gailesi az ve çoluk çocuğu olmayandır.) [ebu ya’la]

(gün gelir, kişinin helakı, hanımının, ana-babasının ve çocuklarının elinden olur. bunlar onu, fakirlikle ayıplar. gücünün yetmediğini kendisinden isterler. kişi bu sebeple tehlikeli işlere girer ve dini gider, helak olur.) [beyhaki]

kuran’daki her ayet ve her hadis böyledir. hepsi belli şuur seviyesinden ilgilisine hitap eder. eğer sen mertebesini ve bağlamını tespit edemediysen vay haline! ayetleri ve hadisleri kendi uyduruk kurgun içinde anlamlandırırsın. zira her bilgi ancak bağlamında anlam kazanır.

hz. ibrahim, tevhid mertebelerinin nihayetindeydi. düşünce olarak değil, yaşantı olarak… lütfen buraya dikkat ediniz. meleği bile araya sokmaz, melekten bile yardım almazdı. yalnızca ve yalnızca allah’tan beklerdi.

biz de hz. ibrahim gibi yapsak doğru olur mu?

melek gelse ve bize yardım teklif etse, meleği red mi edelim? iyi ama biz hz. ibrahim’in tevhid mertebesinde değiliz ki! bizim seviyemiz çok düşük. kalbimizde bırakın melekût mertebesini, madde boyutu perdesi bile mevcuttur. evrenin bir yasasıdır ki, kişiye onun yaşantı/bilinç seviyesine göre muamele edilir. kalbinde madde perdesi olana allah ancak maddi vasıtalar ile verir; araya insanları koyar; çünkü onun inancı ve beklentisi o yöndedir. diliyle veya sırf bir akli kurguyla söylediklerine itibar edilmez. allah kalbe bakar; yani evrensel yasalar kişiye onun yaşantısına göre tepki verirler.

faraza insan sıfır şüphe ve tam inançlı olarak suya basabilseydi, asla batmazdı ve suyun üerinde yürüyüp gidebilirdi; ama hiçbirimizde o seviye yok. o yüzden boğazı geçmek içn vapura biniyoruz. bu gerçeği kuru bir lafla inkar edip boğazı yürüyerek geçmeye kalksak boğuluruz.

müslümanların hep yaptığı budur işte. mertebelere riayet etmeden öğrendiği ayet ve hadisler onda ancak zihinsel ve hayattan kopuk bir kurguya yol açıyor. hayatın kendisi ise başka kurallara göre yürüyor ve iki hayat ortaya çıkıyor.

bir de işin toplumsal şuur boyutu var ki, şimdi oraya hiç girmeyelim.

müslüman kardeşim! sen var ya, senin işin zor…. işin tamamen allah’ın rahmetine kalmış durumda.