MECZUP

fg

meczuplar, yaygın kanaatin aksine deli değildir. meczup, cezbedilmiş, ilahi huzura çekilmiş demektir.

bir de tasavvufta “süluk” tabir edilen bir kavram vardır. süluk, bir kimsenin üstün ahlak, ilim ve anlayışla donanması; her noktada orta yolu bulup, ifrat ve tefritlerden kurtulması demektir.

süluku tam olmayan bir meczup tehlikelidir; hem kendisi, hem de çevresi için. zira çarpık algısı yüzünden insanları yanlış istikametlere sevk edebilir. onlara vereceği yüksek voltajlı elektrik müthiş bir gayrete, şevke sebep olur. ancak tüm o gayretler, çalışmalar, şevkle yapılan işler son tahlilde boşa çıkar; çünkü yanlış hesap eninde sonunda bağdat’tan dönecektir.

meczupların en bâriz vasfı, hadlerini aşan iddialarda bulunmalarıdır. vatanı, milleti, dini, insanlığı vs. kurtarmak emelindedirler. kendilerine pek büyük makamlar, payeler, ünvanlar verirler;roller biçerler. mehdilik, kutupluk, gavslık vs. gibi… etrafındakilere de bol bol rütbeler dağıtırlar. o mehdiyse, bunlar da onun vezirleridir, kutlu askerleridir, altın nesildendirler vs vs…Evet bu iddialarında haksızdırlar ama %1’lik de olsa çok küçük ve de cüzi bir hakikat kırntısına da sahiptirler.

ancak, bir su damlasına akseden güneşin sureti ile gerçek güneş arasında ne kadar fark var ise, bir meczup ile gerçek hakikat ehli arasında da o denli fark vardır. bir makamın gölgesi ile gerçeği başkadır. asıl ile gölgenin arasını ayırt edemeyenler ancak sekr/sarhoşluk ehli meczuplardır.

cezbe ehli öylesine bir vecd sahibidirler ki, her daim vuslat halleri ile dopdoludurlar. sahip oldukları vecd, onları kendilerinden emin kılar ve de görüşlerinin doğru olduğu yönünde sonsuz bir inanç sahibi yapar; çünkü yanlış bir görüşe, anlayışa sahip olan kimsenin öylesine bir vecde ulaşması mümkün müdür? tabii zannetmeyin ki, cezbe ehli bu şekilde bir akli mülahaza yapıyor; bilakis onların halleri tamamen kalbi ve hissidir.

cezbe ehlinin bir çok yanlış, hatalı, bozuk, çarpık görüşlerine rağmen vuslat kokuları almaları aşkın kerametidir. çünkü aşk her şeyi affettirir. normalde padişahın huzuruna ancak arınmış olanlar çıkabilir. ancak aşıklar bu kuralın istisnasıdır. padişah kendine kara sevda ile bağlı aşıkları hiçbir kusuruna bakmaksızın huzuruna kabul etmektedir.

işte problem de burada başlar. aşık bir kez padişahla yüzyüze gelip, vuslata erince, aşkın harareti söner ve onun verdiği vecd yiter. sonuçta, aşktan geriye sadece ılımlı bir muhabbet/sevgi kalmaktadır.( zat mertebesine çıkamayıp, sıfatlar seviyesinde kalanlar ömür boyu aynen devam ederler. ancak bu durum bir nevi mekr-i ilahidir ve hiç de makbul bir durum değildir)

vecd kaybolunca eski aşığımız huzurdan tard edilir çünkü önceden silinmiş olan nefs tekrar dirilmiştir. artık tüm bozuk görüşlerini düzeltmeden ve kendini tamamen arındırmadan yeniden ilahi huzura çıkmasına imkan yoktur.

böyle bir meczubun etkisinde kalan insanların ise vay haline. onların iki yakası şu dünyada asla bir araya gelmez. her yönden darbe üstüne darbe alırlar. böyle durumdaki kimselere tavsiyem: kaçınız! arkanıza bakmadan kaçınız!

lakin, bu tür meczuplara kapılanların kendilerini kurtarmaları zordur. çoğu zaman da mümkün değildir. sürekli bir kısır döngü içinde kendilerini kandırmaya devam ederler; çünkü o yapıdan ayrılmaları demek, varoluşsal bir boşluğa düşmeleri, sudan çıkmış balığa dönmeleri anlamına gelir. bunu göze alabilecek pek az kişi çıkar.

KUR’AN

cinni3

tüm peygamberler tek bir soydan gelirler. hz. ibrahim’den sonra bu aile ikiye ayrılmıştır. ishak a.s. israiloğullarının babasıdır. bu soydan israiloğulları içinde çok sayıda peygamber çıkmıştır. hz. isa bu soydan çıkan en son peygamberdir..

hz. ibrahim’in, hâcer’den olan diğer oğlu ismail a.s ise mekke’de kureyş kabilesinin büyük babasıdır. o soydan bir tane peygamber çıkmıştır.

her peygambere son derece tabii olarak vahiy kendi ana dilinde indirilmiştir.

esasen şu anda yeryüzünde konuşulan dillerin tamamı bozulmuş dejenere dillerdir. kök dil, bugün “süryanice” tabir ettiğimiz hz. adem’in konuştuğu dildir. kök dilin günümüzdeki süryanilerle ve onların lisanlarıyla bir alakası yoktur.

hz. adem’in konuştuğu dil olan süryanice, doğrudan sayının sözelleşmiş halidir. çünkü melekler matematik bir dil kullanırlar, daha doğrusu onlarda her mertebe ve iletişimi belli titreşim(zikir) frekanslarına tekabül eder. hz. adem ve insanla beraber sayısal dil, sözel hale gelmiştir. cifir, ebced denilen ilimler de bahsedilen mevzuyla alakalıdırlar.

“allah adem’e bütün isimleri, öğretti. sonra onları önce meleklere arzedip: eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.

dediler ki: “sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.

allah, “ey âdem! onlara eşyanın isimlerini anlat” dedi. âdem, onların isimlerini meleklere anlatınca allah, “size demedim mi, göklerin ve yerin sırlarını ben bilirim ve ben sizin açıkladığınız ve gizlediğiniz şeyleri de bilirim” dedi.” (bakara 31-32-33)

mesela, “wordpress.com” ismi dahi biz insanlara yönelik bir ifadedir, bilgisayar ancak onun sayısal karşılığını ve adresini bulup web’de gezinebilir.

eğer hepimiz süryanice dilini biseydik, kuran’ı tüm sırlarıyla kolayca anlar hatta olağanüstü haller dahi gösterebilirdik. ancak gene de iman sahibi olmak ayrı bir şeydir. iblis’in her şeyi bildiği halde imansız olması gibi… zaten kök dili unutmamız/unutturulmamız da bu sebeptendir. insan azmış bir ego sahibi iken, kuran’a erişim sağlaması engellenir. araya aşılmaz bariyerler konulur ki, derin sırlar suistimal edilmesin, şahsi çıkarlar için kullanılmasın…

kök dilde rakam-harf, harf-rakam dönüşümleri zahmetsizce yapılabilirken, bozulmuş dillerde ilahi kudret hariç, bunu yapmak hemen hemen mümkün değildir. o yüzden vahyin indiği dilden başka dile yapılan tercüme korkunç kayıplara neden olur. melekuti iletişim yiter. mesela, ” kul hüvallahü ehad” dediğimizde beynimizden ve kalbimizden yayılan dalgalar ile spritüel ve meleki boyut kapılarını açar ve hem cinni, hem de meleki iletişime gireriz. “de ki, o allah tekdir” dediğimizde ise şifre tutmadığı için kapılar açılmaz ve papağanlık yapmış oluruz sadece. bu ayarlamaları yapabilseydik, dağları bile yerinden oynatabilir hatta unufak edebilirdik. nasıl mı? sadece gereken frekans aralığında belli sözleri tekrarlayarak… meleklere ve cinlere hükmetmek de aynı şekildedir.

peki kalp ölüyse ne olur?

kalp bir modem gibidir, okunan kuran’ı bir tür nurani dalga frekansına çevirip, bizimle melekler arasında iletişim kanalı açar. kalp ölüyse, okunan kuran hedefine ulaşmaz hatta daha kötü bir duruma da yol açar. çünkü kalbin meleki iletişimdeki rolüne paralel olarak, beynin de cinni iletişimde aracılığı vardır. meleki bir açılım olmadan sırf spritüel/cinni bir açıklık, şeytanın istilasına sebebiyet verir.

sonuç?

kuran’ı anlamak için arınmış bir nefs, nurlanmış bir kalp gerekir. arapça bilmekle kuran’ı anlamanın doğrudan bir alakası yoktur.

“temiz olmayanlar ona dokunamazlar”