normalde insan aklı, beş duyu vasıtasıyla elde ettiği verilerden yola çıkarak, kendi dünyasını oluşturur.
bu yöntemin en gelişmiş ve sistematik haline bugün “bilim-science” deniyor. üstelik bir takım gelişmiş araçlarla(mikroskop, teleskop, röntgen vs…) ile beş duyu sınırları bir ölçüde esnetilmiş durumda.
iyi de bu durumda şöyle bir mesele ile karşı karşıyayız: çeşitli teknolojilerle beş duyunun sınırları genişletilmiş olsa bile, şahit olduğumuz kainatın tam ve doğru bir yorumuna ulaşabiliyor muyuz? bu çerçevede yaptığımız değerlendirmeler, bize dünyada ve ölüm ötesinde gerekli veritabanını sağlayabiliyor mu?
alın işte size gözlem! bakın insanlığın haline! hiç size mutlu gibi geliyorlar mı? eşitsizlik, savaş, kan, gözyaşı, yoksulluk, açlık, sefalet, ölüm, işkence…
ölüm ötesine dair de elde gözlemlenmiş bir veri yok… ya insan gerçekten ölmüyorsa? sadece boyut değiştiriyorsa? dünya hayatımız kadar, oraya da önem verip, hazırlık yapmak zorunda değil miyiz? refahımız ve mutluluğumuz açısından.
şunu da kesin olarak biliyoruz. beş duyu ve ona bağlı araçlarımızla yalnızca evrenin kısmî bir algısına sahibiz. hiç haberimiz olmayan, algılayamadığımız karanlık bölgenin yanında, gördüklerimiz devede kulak kalıyor; hatta belki o bile değildir.
işte burada tasavvuf bize bir çözüm yolu sunuyor. “sende hiç kullanmadığın, atıl vaziyette bekleyen bir takım algılama kabiliyetleri var. onları aktive edersen, daha önce hiç şahit olmadığın, hayal bile edemediğin şeyler göreceksin ve yepyeni deneyimler yaşayacaksın, sonucunda da dünya görüşün toptan dönüşüm geçirecek” diyor.
evet kısaca tasavvuf budur, “basiret gözünü aç ve daha fazlasına şahit ol” demektir.
peki tasavvuf ehli her şeyi, tüm skalayı mı görüyor? elbetteki böyle bir şey söz konusu olamaz. ama bizlere göre çok çok fazla şey gördükleri, dolayısıyla bize göre dünyanın daha doğru bir yorumuna ulaşıp, bize göre çok daha mutlu oldukları kesin.