ERİL VE DİŞİL KUTUP

kadınlarla işi kalmamış iki tip erkek vardır:

1. hayatının büyük bölümünde kadın peşinde koşmuş, çok şey yaşamış ve bunun bin bir türlü cefasını çekmiş erkek… bezginlik, bıkkınlık, depresif bir hal, aradığının kadınlarda bulunmadığını fark etmek vs…hepiniz az çok bir erkeğin nasıl ve niçin o noktaya geldiğini tahmin edersiniz.

kadından kendisinde olmayanı isteriz;
hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz…
(nfk)

2. insanda iki enerji odağı vardır: bunların biri kuyruk sokumunda, diğeri başın tepesindeki bıngıldak dediğimiz yerdedir.

kuyruk sokumu dişil, bıngıldak kemiği ise eril enerji kutuplarıdır. normal bir insandaki omurga kirli olduğu için iki kutup arasındaki geçişime izin vermez(az bir sızıntı hariç). insan bu anlamda tıpkı bir kondansatör gibidir. kirli omurga, kondansatördeki yalıtkan tabaka işlevi görür.

zaman içinde kuyruk sokumunda dişil enerji birikmeye başlar. enerji arttıkça, kondansatör şarj oluyor demektir. nihayetinde iki kutup arasındaki gerilim gittikçe şiddetlenir. kuyruk sokumundaki dişil enerji, baştaki eril kutba yükselmeye çalışır; ama nafile bir çabadır bu. omurgadaki enerjetik blokajlar ve ağır tıkanıklık geçişe izin vermez.

bu noktada şiddetli elektrik gerilimin nötrlenmesi ve giderilmesi için iki kutbun dıştan birbirine temas ettirilmesi gerekir. işte kadın bu noktada devreye girer. erkek, kadın aracılığı ile kuyruk sokumundaki enerjiyi dolaştırır ve baştaki noktaya yükseltir. enerjiler orada birbirini nötrler ve gerilim sona erer. bu işlemin sonucunda büyük bir ferahlık ve rahatlama gelir kişiye.

ancak bu dolaylı yoldan kutupları birleştirme işi çok maliyetlidir. sürekli dış alemde bir kadınla ve onun bin bir türlü derdiyle uğraşmayı gerektirir. daha da kötüsü bu dolaylı nötrleme yolu son derece kırılgandır. pek çok nedenle işe yaramaz hale gelebilir. mesela kadın ve erkek arasında sevgi saygı kalmamışsa, nötrleme işlemi başarısız olur. zira ikisi arasındaki ilişki artık enerji boyutuna ulaşamaz hale gelmiştir. devrimizde egolar artık çok şişkindir. iki firavun gibi ego arasında ilişkinin kısa sürede bu noktaya gelmesi kaçınılmazdır. ondan sonrası artık kavga gürültüden ibarettir.

derdimizin asıl çözümü ise omurgayı temizlemekten ve tüm tortuları izale etmekten geçer. bu aynı zamanda güzel ahlak da demektir; çünkü otuz üç omurun her biri, bir kötü huy nedeniyle tıkanmıştır. seyr-i süluktan(tasavvufi yolculuktan) geçen ve yolunu başarıyla tamamlayan kişinin omurgası tamamen temizlenir. kuyruk sokumu ve baştaki bıngıldak kemiği arasında bir elektrik arkı(berk, burak) oluşur. iki kutup artık sürekli temas halindedir. insandaki dişil kutup, eril kutba bağlanmıştır. artık düşük voltajda sürekli bir akış vardır. dişil enerji(nur boyutu da açılmışsa sarı saçlı, mavi gözlü güzel kadın suretinde görülür rüyada) omurga boyunca yükselir, orada sevgilisine kavuşur ve birbirlerini nötrlerler. neticede kişide daimi bir huzur oluşacaktır. kimi özel zamanlarda ise söz konusu akım çok şiddetlenir ve akış yüksek voltajda gerçekleşir. o zaman çok daha üst haller yaşanmaya başlanır(vahiy, ilham).

burada anlatılan işlem çok çeşitli katlardan veya boyutlardan gerçekleştirilebilir. mesela bu işlemi sadece enerji boyutu yüzeyselliğinde başaran kişi yogidir, deccaldır. işi nur boyutu derinliğinde gerçekleştirebilen kişi ise islam evliyasıdır. peygamberler ise çok daha derinlere inmişler ve çok daha yüksek boyutlara ulaşmışlardır.

işte bu noktaya gelebilen kişinin kadınlarla işi kalmayacaktır.

ancak insanları davet için madde ve tabiat alemine döndürülen evliya veya peygamberlerde tekrar kadınlara karşı şiddetli bir çekim oluşacaktır(bu ayrıca ele alınması gereken bir konudur. yazıyı uzatmamak adına bu konuya girmeyeceğim).

HEKİM

bu dünya bir marifet(marifet= hakkı bilmek ve tanımak)okuludur.

hastalık ve hastalıktan şifa bulmak halleri de dahil olmak üzere dünyada insanın başına gelen her şey, bu marifet okulunun birer dersidir.

hasta olan insan nasıl bir acizlik haline düşer bilirsiniz. sağlıklı iken gafil ve “küçük dağları ben yarattım” kibriyle dolaşan insanın, hasta olunca birden süngüsü düşer. kendinin ne kadar kırılgan ve zavallı bir mahluk olduğunun farkına varır. bedenen hastalanmış olsa da bilinç olarak şifa bulmaya başlar.

hastalığından kurtulursa, şükran hissiyle dolar, sağlıklı olmanın ne büyük nimet olduğunu anlar. bu da yine başka bir gelişimdir.

şifanın hastaya ulaşmasında araç olan hekimler, allah’ın şâfî(şâfî= şifa veren) esmasının mazharlarıdır; tıpkı şeytanın mudill(saptıran, yoldan çıkaran), peygamberlerin de hâdî(doğru yola eriştiren) isimlerinin mazharları, görevlileri, operatörleri, memurları olması gibi…

ancak emmare dediğimiz madde ve tabiat seviyesine inmiş olan bilinç, bu gerçeklerden habersizdir. dolayısıyla hekimler kendilerini şafi isminin memurları olarak görmezler. insanlara, kendilerine muhtaç oldukları için, âmirâne ve hâkimâne tavır takınırlar. yaptıkları her işi de kendilerine mâl ederler. lisan-ı halleriyle “şifa benim bilgime ve maharetime bağlıdır” derler. bu onların egosunu şişirdikçe şişirir. tanrılık taslamaktır bu esasen. halka da bu şekilde aksettirirler.

halbuki, bazen kaç tane hekime giderseniz gidin, şifa bulamazsınız. ancak vakti gelince o gizli el size yol verir ve şifaya araç olacak ilgili hekime ulaştırır. sizde dersiniz ki, “kaç doktora gittim iyileşemedim; ama falanca doktora gidince o en doğru teşhisi koydu ve tedavimi yaptı. helal olsun ona”. aslında bu sözlerle siz de aynı hatayı tekrar etmiş oldunuz ve şifayı hekime mâl ettiniz. oysa şifayı herhangi bir vesile ile veren de vermeyen de hep o gizli eldir. eğer “o” size şifa vermek istemezse, bin hekime de gitseniz eli boş dönersiniz.

batının şeytani ve deccali bir medeniyet olduğunu boşuna söylemiyoruz. görüyorsunuz işte, adamlar tüm becerisini şeytani bir bilinç üretmekte kullanıyor; irfan ve marifet üretmesi gerekirken…

geçmiş devirdeki evliyadan bir zat, tüm manevi kazancını hastalara hizmet ederek elde ettiğini söylemiştir. düşünün! o zat sırf hastalara gönüllü hizmet vererek veli olmayı başarmıştır. demek ki, hastalara hizmet etmekte büyük manevi kazançlar vardır.

gerçek hekimlik de budur işte. onlar “halka hizmet, hakka hizmettir” düsturuyla çalışırlar ve zâhirde insanları tedavi ederken, bâtında yani iç alemlerinde kendilerini tedavi ederler. bu bilinçte olan hekimler elbette hastalarını birer velinimet bilecek ve ona göre hoşgörülü ve özverili davranacak, hastalarının kusurlarını görmezden gelecektir.

iyiliğin karşılığı da ancak iyilik olur elbette. sen topluma insan gibi davranırsan, toplum da sana insan gibi davranacaktır.