TİCARET

trading1

allah bize marifet pazarında ticaret yapabilmemiz için sermaye veriyor. bu sermaye benliğimizdir; egomuzdur. diğer tüm nimetler ancak “ben”e bağlı olarak ortaya çıkabilirler. “ben” var olmadığı müddetçe sair nimetlerin mevcudiyeti söz konusu olamaz. “ben” olmadıkça; benim arabam, benim evim, benim param, benim mülküm, benim eşim, benim çocuğum vb. olgulardan bahsetmek mümkün olmayacaktır.

bu durumda ego, bir yönüyle tüm şerrin, yeryüzündeki tüm kötülüklerin kaynağı pozisyonunda iken, diğer yönden tüm nimetlerin de kaynağı olmaktadır.

marifet(allah’ı bilme ve tanıma) pazarındaki sermayemiz egomuzdur dedik. peki bize verilmiş o ego ile en üstün ticaretimiz ne olabilir? ne yapabiliriz o ego ile?

aslında cevap basittir. son derece normal olarak en iyi teklifi verenle alışverişe girmemiz söz konusu olacaktır.

bu noktada iblis bize benliğimize sahip çıkmamızı ve onu kutsamamızı öneriyor. aslında kendi yaptığını aynen bize de teklif ediyor. benliğe bir kez sahip çıktıktan sonra artık onu sonsuza kadar büyütmenin yolu açılıyor.

“ademoğlunun iki vadi dolu malı olsa bir üçüncü vadi dolusu daha isterdi. ademoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. fakat allah, tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” (hadis enes bin malik’ten rivayet)

aynı zamanda bu tavır, savaşın, kan dökmenin de yolunu açıyor; çünkü birden fazla ego aynı şeyi istediğinde çatışmaktan başka bir çarenin kalmayacağı aşikardır.

iblisin teklifinin sonuçlarını saymakla bitiremeyiz. kısaca, şu an şahit olduğumuz dünya ve beşer düzeni onun teklifine göre yapılanmıştır deyip geçelim.

bu noktada allah da bize bir teklif sunuyor.

“allah müminlerden, mal ve canlarını, kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. çünkü onlar allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. bu, tevrat’ta, incil’de ve kur’ân’da allah üzerinde hak bir vaaddir. sözünde allah’tan daha vefalı kim var? o halde, o’nunla yaptığınız bu alışverişten dolayı müjdeler olsun size! işte bu, büyük bir kazançtır.” (tevbe 111)

yani , “sana verdiğim benliği egoyu bana olduğu gibi iade edersen sana muazzam bir karşılık veririm. o karşılık, içinde ebedi olarak kalacağın cennettir” diyor. tabi benliği olduğu gibi allah’a teslim etmek ona bağlı diğer tüm müştemilatı da teslim etmek anlamına geliyor. bunlar insan olarak bildiğimiz tüm nimetlerdir.

“her şeyi senin için var ettim.” diyen rabbine,
“her şeyi senin için terk ettim!” diyebilmektir “aşk”

bu noktada söz konusu ticaretin yapılabilmesinin yöntemi veya katalizörünün de aşk olduğunu anlıyoruz. aşk olmadan hiçbir beşer, benliği de dahil olmak üzere her şeyi terk edemez.

bu aşamada akıl bir çelişki algılayacak ve şöyle bir soru ortaya atacaktır, “yani şimdi bu iş mi? önce veriyor sonra da hepsini geri istiyor. cömertliğe, bonkörlüğe sığar mı bu davranış?”

aklın burada gözden kaçırdığı şey, aslında allah’ın verdiği bir nimeti kesinlikle geri almıyor oluşudur. allah sonsuz cömertlik ve ihsan sahibidir. böyle düşük bir fiil ona yakışmaz.

niçin biliyor musunuz?

insanın bir kez tecrübe ettiği, bir kez tattığı, bir kez şuuruna mâl ettiği şey, artık sonsuza kadar onunla beraberdir. mesela bir kez elma yemiş olsak ve bir daha asla elma yeme imkanımız olmasa dahi o elmanın tadı, kokusu, aroması ve bize yaşattığı hisler ebedi olarak bizimle kalacaktır ve asla kaybolmayacaktır.

benlik de öyledir. bir kez benliği tadan kimse, onu geri iade etmekle benliğini imha etmiş olmuyor; belki onu allah için feda edebilir olduğunu göstermekle yepyeni bir şuur noktasına tırmanmış oluyor. bu yeni şuur da ona cennet adı verilen yaşantının kapısını aralıyor.

buradaki inceliğe dikkat edelim: biz benlikten vazgeçince cennet denilen yaşantı otomatikman oluşuyor. yoksa ayetin mecazi ifadesini gerçek gibi algılayıp, allah ile karşılıklı konuşmalar, al gülüm ver gülüm gibi pazarlıklar, durumlar düşünmeyelim. ayet yalnızca evrensel düzenin bir temel kaidesini bizlere fâş ediyor.