TANRI’NIN İSPATI

pofgod1

tanrının ispatı yoktur.

ispat dediğiniz nesnenin haddi midir ki, tanrıya ulaşabilsin?

ispat gerçekte bir totolojidir. mantık yürütme belli bir paradigma içinde yapılan doğrulamalardır. paradigmanın kendisi ise deney üstüdür.

ister inanın ister inanmayın, bugünün hâkim dünya görüşü veya dini olan “bilimsel pozitivist paradigma” dahi son tahlilde bir kabullenimdir ve ispata konu olamaz. yapılan tüm ispatlama işlemleri kabul ettiğiniz o paradigma sınırları içinde yapılan işlemlerdir. o paradigmayı ortadan kaldırmak mümkün olsaydı, yapılan tüm mantıksal çıkarım veya ispat işlemleri puff olurdu.

deniz seviyesinde su 100 derecede kaynar değil mi?. bunun ispatını bir tencere dolusu su, piknik tüpü ve bir ısıölçer yardımıyla yapabiliriz.

ancak iyi dikkat edin. biz bu ispatı yapana kadar pek çok öncülü zaten kabul etmiş durumdayız. adeta belli bir sonucu versin diye belli bir düzenek kuruyoruz. sonra da o sonuç alınınca “ispat ettik” diye iddiada bulunuyoruz. zaten o sonucu versin diye kurduğumuz düzenek, o sonucu verdi diye ispat mı edilmiş oluyor?

bu tanrıyı ispat martavalları “bilimsel pozitivist paradigma”nın bir göz bağcılık olayıdır. çağımızın insanının zihnini ifsat etmesidir. deccal insanı bu şekilde avlıyor. deccalın şerrinden kimse canını kurtaramıyor.

aynı şekilde peygamberin, kuran’ın ispatı dahi yoktur. böyle bir yönelimde bulunduğunuz anda, “bilimsel pozitivist” dolmayı yutmuşsunuz ve onun öncülünü kabul etmiş durumdasınız demektir. o öncül ki, kendisi bile ispata mevzu olamaz ve kendisi bile deney üstüdür.

ancak(tanrıyı bilmiyorum ama), allah’ı bilmek mümkündür. onun yöntemi başkadır. ancak o biliş dahi mutlak değildir; ehlinin kapasitesince bir biliştir.

CİN

thor1

eski tip kapı zillerini belki bilenleriniz vardır. o kapı zillerinde saf demirden bir çubuk etrafında bakır sargı teli vardır. bu bakır sargının üzerinden elektrik geçtiği anda, ortasındaki demir çubuk derhal mıknatısa dönüşür. çubuk mıknatıs haline gelince küçük tokmağı kendine çeker ve bu arada tokmak çana vurmuş olur. bu hareket bir mekanizma ile saniyede bilmem kaç defa yinelenince zilimiz çalmış olur.

bakır sargının ortasındaki demirin saf olması önemlidir. mesela oraya saf demir değil de çelik koysak zil çalmazdı; çünkü çelik kalıcı olarak mıknatısa dönüşürdü. tokmak çubuğa yapışır kalırdı.

orada olan hadise, bakır ve demir yardımıyla elektromanyetik alan oluşturmaktır. böylece bu alanla uygun nesneleri yönetebiliyoruz.

cin dediğimiz varlıklar da enerji yapılı oldukları için kesinlikle elektromanyetik alanlara duyarlıdırlar. henüz bilimsel yöntemlerle onları manipüle etmenin yolu bulunmuş değil bildiğim kadarıyla. ancak kişisel olarak özel manyetik alan oluşturma yöntemleri ile cinleri manipüle edebiliriz. manyetik alanlara hapsedebilir veya onları yönlendirebiliriz . yine farklı ve yakıcı manyetik alanlar oluşturarak onlara zarar verebilir veya öldürebiliriz.

sözü edilen manyetik alanları kişisel bazda üretebilmek için değişik zikir kalıpları kullanılmaktadır. eski devirlerde bu işlerin uzmanları vardı, ancak zamanımızda kalmamıştır. olanlar da tamamen soytarı ve şarlatandır.

kadim devirlerde bu konuların üstadı hz. süleyman idi. bakın kuran’da çok enteresan bir biçimde bu bilgiye işaret edilmektedir. bakırdan bahsedip hemen peşinden cinlerin üzerinde tasarruf etmeye ve karşı çıkanların da cezalandırılmasından bahsetmektedir.

“o’nun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, o’nun önünde çalışırdı. onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azâbı tattırırdık.” (sebe 12)

bu ilimlerden habersiz eski tefsirciler oradaki “ayn el-kıtr” ifadesini erimiş bakır diye çevirmişler. kanaatimce günümüz ilmiyle o ifadeden çok daha başka anlamlar çıkar.

demir ve bakır… belki de gelecekte spritüel teknolojilerin temeli olacaktır.

ve son olarak…

demir >mars, erkek

bakır > venüs, kadın

aşk, erkek ve kadın arasındaki elektromanyetik bir çekimdir. aşkta ve cinsellikte sıkı kurallara riayet şarttır. aksi takdirde hiç istemediğiniz varlıkları çekersiniz kendinize. zina yapanların ve eşcinsellerin hiç şansı yok maalesef.

İSTİĞFAR

tevbe1

kendimce istiğfarda ulaştığım bilinç noktasını izah etmeye çalışacağım. umarım okuyanlara faydalı olur. kafası karışacak veya anlamakta güçlük çekecek olan kimseler, kendi bildikleri gibi devam etsinler.

“varlığından büyük günah olmaz”

“kendinde olmak küfür, kendinden geçmek iman”

tasavvuf büyüklerine ait veciz sözlerdir bunlar. varlıktan veya kendinde olmaktan kasıt, birimsel benlik veya ego merkezli bir şuur formatında bulunmaktır. kendinden geçmek ise egodan geçmektir. oradaki “kendinden geçmek” lafzını bayılmak veya sarhoşluk gibi bir durum olarak almayalım.

ego ki saf şerdir, saf kötülüktür. en büyük günahtır. diğer günahlar ise bu en büyük günahın sızıntıları mesabesindedir. faraza hiçbir günah işlemeseydik bile, en büyük günah, günahların anası olan varlığımız yani egomuz yerli yerinde duruyor olacaktı.

günahlar, en büyük günahın sızıntılarıdır dedik, ya iyiliklerimiz hayırlarımız?

elbette onların kaynağı dahi egodur ve ego kendini güçlendirmeyen, tahkim etmeyen hiçbir işe cevaz vermez. bu nedenle iyilik, sevap, hayır adı altında yaptığımız her iş aslında günahtan bile daha beterdir. zira bizim hayır sandıklarımız aslında kamufle edilmiş günahlardır ve günahlardan çok daha tehlikelidirler.

işte biz “estağfirullah” deyip allah’tan bağışlanma dilerken önce egomuzu nazara alıyoruz, sonra ondan sâdır olan gerek iyi gerekse kötü tüm işlerimizden, hallerimizden af diliyoruz.

en son ilave ediyoruz: bir egonun af dilemesi günahından beter bir günahtır. saf kötü olandan iyi bir şey çıkması hiç mümkün müdür? onun af dilemesi dahi onun başka bir oyunu, başka bir hilesidir “diyoruz.

estağfirullah diyoruz ama aslında onu bile diyebilmekten aciz olduğumuzu anlıyoruz. işte bu anlamak estağfirullah’ın hakikatine bizi bir nebze yaklaştırıyor.