AHLAK

üstbeyinle belli ilkeleri öğrenip sonra da zorla o şekilde davranmaya çalışmakla, belki zâhiren ahlaklı gibi bir izlenim vermek mümkün olabilir. ancak bu sadece yüzeydeki bir görünümdür, gerçekte ahlaklı olmak söz konusu değildir. hatta bu süreçte çok daha vahim durumlar ortaya çıkar.

şeklen ve görünürde ahlaki davranmakla kişi aslında hiç terbiye olmamış altbeyniyle çatışmaya girmiş olur ve bu çatışma eninde sonunda patlamalarla sonuçlanır. gittikçe basıncı artan kap, bir noktadan sonra patlayacaktır. en iyi okullardan mezun olmuş, en iyi eğitimleri almış ve yüksek mevkilere geçmiş pek çok kişinin basında çıkan değişik sapkınlıklarını duymuşsunuzdur…

o duyduklarımız aslında buzdağının görünen kısmıdır. görünmeyen kısım ise çok daha fenadır. eğer alkollü içkiler olmasaydı, daha nelere şahit olurduk hayal bile edemezsiniz. zira alkol ve narkotiklerin asıl görevi, içteki vahşi hayvanı uyuşturmak ve sakinleştirmektir. böylece kaptaki basıncın kritik eşiği geçip patlama yapmasını önlemektir.

terbiye işleminden geçmemiş her insanın altbeyni, hiç istisnasız bir yırtıcı hayvanın titreşim frekansındadır; dolayısıyla o kişi tıpkı eş frekansta olduğu hayvanın ahlakındadır. eğer üstbeyniyle bastırmasaydı, aynen o hayvanın davranış kalıplarıyla hareket edecekti.

tabiat belgesellerinde görmüşsünüzdür. hayvanlar her türden kötü hasletlere sahiptir. çita o kadar emek vermiş ve avlanmıştır; ama sırtlanlar veya çakallar hemen gelip ava konmak ve çalmak isterler. erkek aslan, sürüsünde önceki erkek aslandan olan yavruları acımadan katleder. yuvadaki iri yavru kuş, yiyeceğin hepsine konmak için kardeşini yuvadan atıp öldürür vs…kısacası, cümle düşük ahlaki özellikler hayvanlara dağıtılmıştır. her biri ayrı bir çirkinliğin ve kötülüğün simgesidir.

ahlaklı olmak için üstbeyin ile davranış kalıplarını öğrenip onları zoraki olarak uygulamak asla yeterli gelmez. gerçekten ahlaklı olmanın tek yolu, altbeynin titreşim frekansını yükseltip, hayvanlık mertebelerinden kurtulmaktır. insan mertebesine gelen kişi, gerçekten büyük bir iş başarmış olur.

altbeynin titreşim frekansını yükseltmenin yolu ise başta namaz olmak üzere, zikir ve kuran okumaktır. bilhassa yolun başındakiler için zikir, kritik bir önem taşır.

not: her hayvanın kendi mertebesine göre sabit bir zikri(titreşim frekansı) vardır. bir hayvanın zikri ne kadar yüksek ise letafeti ve güzelliği o kadar fazladır; düştükçe de vahşiliği ve çirkinliği o kadar artar. mesela hayvanlar içinde zikri en yüksek olan bülbüldür. günde 101000 kez allah’ı anar bülbül. insanın zikir mertebesi ise sabit değildir ve kendine kalmıştır; karga da olabilir, bülbül de…

EKİM DEVRİMİ

16. yüzyıldan itibaren dünya ticaret rotaları değişmiş ve o zamana dek orta asya, anadolu ve mısır’da toplanan ticaret gelirleri, atlantik kıyılarına transfer olmuştu. bu gelir transferi yetmiyormuş gibi, bunun üstüne bir de coğrafi keşifler sonucunda yeni keşfedilen kıtalardaki kaynaklar ve zenginlikler de bu bölgeye akmaya başlamıştı. kaderin garip bir cilvesi olsa gerek, talih batı avrupa’ya güldükçe gülüyor ve verdikçe veriyordu.

atlantik kıyılarındaki kentlere olan bu korkunç sermaye akışı, toplumsal yapıyı da tedricen değiştirmeye başladı. tüm orta çağ tarım toplumları gibi avrupa dahi feodal bir örgütlenmeye sahipti. zira tüm tarım üretimine dayanan toplumlarda zorunlu olarak feodal yapı ortaya çıkmaktadır. bundan kaçınmak kesinlikle mümkün değildir. buna göre, toprakları işleyen geniş bir köylü kitlesi ve onların güdücüsü ve yöneticisi olan seçkin bir azınlık sınıf otomatikman oluşurlar. sözü edilen seçkinler tüm askeri, siyasi ve ekonomik gücü ellerinde toplarlar. köylüler ise apolitik bir sınıftır ve hemen hemen köle standartlarında yaşarlar. bu yapının görünümü kültürlere göre değişse de özü kesinlikle değişmez. avrupa’dan japonya’ya kadar tüm tarım toplumları, sözü edilen temel örgütlenme biçimine sahiptirler.

bir feodal tarım toplumunda dahi kendilerine “burjuva” denilen, geçimlerini zanaat ve ticaret yoluyla sağlayan kesim elbette vardır. ancak bunların hem sayıları hem de güçleri çok sınırlı olduğu için siyasi yapılanmaya kayda değer bir etkileri yoktur. işte bu burjuvazinin bu zayıf konumu, başta belirtilen etkenlerle hızla değişmeye başladı batı avrupa’da. burjuvazi güçlenip, bağımsız bir sınıf olarak belirince yönetim üzerinde hak iddia etmeye başladı. ancak feodal muktedirlerin bu iddiaya olumlu cevap vermesi elbette mümkün değildi. zira hiç kimse elindeki gücü güle oynaya teslim etmez. gücü isteyen onu savaşıp almak zorundadır.

burjuvazi de öyle yaptı. ancak bir savaşın olmazsa olmaz ön şartı meşruiyettir. önce burjuva düşünürleri* ortaya atıldılar ve cilt cilt eserler vermeye başladılar. bu arada eski rejimin en büyük müttefiği ve onların düzenlerine meşruiyet kazandıran kilise de saldırılardan nasibini aldı. aydınlanma düşünürleri kilisenin altına dinamit döşediler.

böylece toplumsal bilinç istenen kıvama geldi. artık iş bir kıvılcıma bakıyordu. fransız ihtilali böyle gerçekleşti. 19. yüzyıl boyunca avrupa’da görülen tüm siyasi çalkantılar, irili ufaklı ayaklanmalar, başarılı başarısız devrim girişimleri hep sözü edilen büyük toplumsal dönüşümün sonucu veya artçı sarsıntılarıdır.

rusya diğer batı avrupa ülkelerine göre biraz geç kalmış olsa da, yine de 1. dünya savaşından önce temel sanayi altyapısını kurabilmişti. fikir olarak da zaten deli pedro’dan beri başta fransa olmak üzere batı avrupa ile yakın ilişkiler içindeydi. ancak rusya bu altyapısal dönüşüme paralel olarak siyasi yapısını dönüştürmekte tembel davranmıştı. altı kaval üstü şişhane bir rejime sahipti. bir yandan iyi kötü bir sanayi altyapısı kurarken öte yandan klasik feodal yapıyı korumaya çalışıyordu. işte bu çelişki sürdürülemez olmuştu.

normal şartlarda çarlık rusya’sı biraz acılı ve sarsıntılı da olsa gerekli dönüşümü yapacaktı. bundan kaçış yoktu. burjuvazinin iktidarı ele alması için çok partili meşrutiyet rejimi ve ona göre gerekli kanuni değişiklikleri yapacaktı ister istemez. ancak 1. dünya savaşının olağanüstü şartları buna imkan vermedi ve komünist aşırılara fırsat tanıdı.

komünistler iddia edildiği gibi devrim falan yapmadılar. düpedüz bir darbe tezgahladılar. troçki bunu kendi ağzıyla itiraf eder. kendilerinin komünist teoriye uygun bir devrim düşlerken enver ve ittihatçıların babıali baskını ile iktidarı ele geçirmesinin gözlerini açtığını söyler. tarihin garip bir cilvesi olsa gerek ki, bizim deli enver, troçki’nin ilham perisi olmuş.

komünistler devrim değil darbe yaptılar çünkü devrim veya ihtilal büyük bir toplumsal dönüşümün nihai noktasıdır. fay hattnda biriken enerjinin bir anda salınmasıdır veya derece derece ısınan suyun limit değerine gelince kaynamaya ve buhar fazına geçmeye başlamasıdır. mesela göçebe veya avcı toplayıcı yapıdan tarım toplumuna geçmek bir devrimdir. tarım toplumundan sanayi toplumuna geçmek yine bir devrimdir. devrim veya ihtilal, değişen iktisadi altyapının üst yapıyı da değişime zorlamasıdır. büyüyen çocuğun artık yeni bir giysiye ihtiyaç duyması gibidir. tarım toplumundan sanayi toplumuna geçmek gözlenebilen bir realitedir. ancak komünistlerin öngördüğü tarihi aşamaları sırf hayal ürünüdürler.

kısacası komünistler olmayan bir dönüşümün olmayan bir devrimini(!) yaptılar. tabii evdeki yanlış hesap çarşıda iflas etti. sonları tüm ütopikler, tüm hayalperestler gibi oldu; helak oldular. geriye kan ve göz yaşından başka da bir şey de bırakmadılar.