ŞİRK

shirk1

allah bilinmek istedi, bilinmeyi irade etti, bilinmeyi sevdi ve kainatı yarattı.

kainatta allah’ın tüm isimleri açığa çıkar.

mesela, canlıların yaratılması ile onun yuhyi(hayat verici) olduğunu, hayat/canlılık denilen bir kavramın varlığını biliriz. ancak bu noktada katalizör, mümit(öldürücü) ismidir. ölüm olmasaydı hayatın tam olarak ne olduğunu anlayamazdık. balıkların suyun ne olduğunu bilememesi gibi…

kısıtlı bakış açısı sebebiyle biz takdir edemesek de; zulüm, ölüm, vahşet, hastalık ve benzeri tüm menfiliklerin sistemde önemli görevleri vardır. bunlar sadece yüzeysel bakış açısı ile çirkindirler. eğer mevzuyu daha derinlemesine ele alırsak aslında bunların çirkinlik olmadığını anlarız. menfi kutup olmazsa sistemin çalışması da mümkün olmaz.

ilaveten, eğer sistem sürekli bir şekilde düzenini koruyamazsa hiçbir canlının hayattta kalma şansı da olamaz. buradan da “kainat işletim sisteminin” kodlayıcısının hakîm, alîm, adl, hakem olduğunu açıkça idrak edebiliyoruz. diğer tüm esma da aynı şekilde bilinirler.

elbette bu noktada tüm bu değerlendirmeleri yapabilecek yüksek bilinç sahibi bir canlıya ihtiyaç vardır ki, o da insandır. insan, kainatın gözbebeğidir. insan olmadan kainatın da bir anlamı olmaz. insanın başlıca vazifesi kainatı mütalaa etmek, dikkatli bir göz olmak ve önce ilahi isimleri, sonra da allah’ı tanımaktır.

diğer canlılarda “benlik” olmamasına rağmen, insanda vardır. diğer canlılar basitçe görev tanımındaki işleri yaparlar ve varoluşun asla şaşmayan bir dişlisi olurlar. insan ise benlik sebebiyle varoluştan kopup kendine sahte bir gerçeklik yaratır. işte tüm acıların kaynağı bu sahte gerçekliktir.

normalde ilahi marifetin anahtarı olması için bir gölge varlık olarak insana verilen “benlik”, insanın suistimali sonucu şirazesinden çıkarsa dark side kapısı açılır ve alternatif ve sahte bir dünyanın üretimine yol açar.

insanın temel karakteristiği “acz” ve “fakr”dir. acizdir çünkü varlıktaki tüm faaliyet başkası tarafından gerçekleştirilir, insanın bu işleyişte hiçbir dahli yoktur. bırakın harici alemi, kendi bedenimizde bile bu böyledir. mesela kalbimi ben çalıştırmıyorum; sığ bakış açısıyla kendi kendine çalışıyor; gerçekte ise varoluş simülasyonunun bir parçası olarak allah tarafından çalıştırılıyor. diğer her şeyi buna kıyas edebilirsiniz; galaksiden dünyaya, kurttan kuşa kadar…

fakirdir çünkü tüm varlığın sahibi yine başkasıdır. insanın bir şeylere sahip olması mecazendir. bunu malikiyetinin geçici olmasından anlayabiliyoruz. ülkenin sahibi padişah olsan dahi, kısa süre sonra gideceğin yer kara toprakda dilencinin yanıbaşıdır. toprak, dilenci ile padişahı eşitler.

insan sahip olamaz yalnızca role play yapar. sahipmiş gibi yapar; güçlüymüş gibi yapar; zenginmiş gibi yapar; patronmuş gibi yapar; babaymış gibi yapar; anneymiş gibi yapar…

peki son tahlilde ne yapar?

tüm bu role play esnasında allah’ı tanır, marifet sahibi olur. insanın varoluşundan gaye de zaten budur. bu oyunu fazla ciddiye alıp gerçekten sahiplik, güç iddia eden kimse ise oyun bozandır, mızıkçıdır. sistemde tanımlı sonuca(ilahi marifete) kendisi ulaşamadığı gibi başkalarına da hastalığını bulaştırıp, onları da şaşırtır. bu sebeple oyun kurucunun, bu tür virütik yapılara sıfır toleransı vardır.

not: burada şirkin hakikati deşifre edilmeye çalışılmıştır. malum olduğu üzere, ışid, vahhabi, “kuran’daki islam”cılar ve benzeri yapıların da bu yönde yoğun iddiaları olabilmektedir. onlarınki basitçe siyasi çıkar amacıyla islami kavramların suistimal edilmesi veya dogmaya indirgenmesinden ibarettir.