malum olduğu üzere ülkemizde özelleştirme karşıtlığı yaygındır.
kamu kuruluşlarını satmayı kelime hokkabazlığı ile vatanı satmak olarak lanse ederle genelde o güruh.
halbuki, bir ülkenin geri kalmasının ve içten içe çürümesinin en garantili yolu devletçiliktir; yani devletin yaygın üretim ve işletmecilik yapmasıdır.
devletçilik veba gibi bir illettir. bir toplumu mahveder, geri bıraktırır, aç sefil koyar.
devlet ne kadar küçültülürse ve işler özel sektöre devredilirse, o toplum hem ekonomik olarak hem özgürlükler olarak hem de zihinsel olarak o kadar ileri gider.
ağırlıklı olarak kamunun hakim olduğu bir ekonomi, insanların geçinmek için devlete müracaat etmesini zorunlu kılar. onun da pratikteki karşılığı partizanlık ve ganimet sistemi demektir. iktidarı ele alan parti, devasa taraftar kitlesini kamuda istihdam eder. liyakate falan bakılmaz. sadece partizanlık önemlidir bu sistemde.
böylece devletten geçinen karşılığında da parti militanlığı yapan dev bir parazit ordusu doğar. devletin kaynakları büyük ölçüde bu kitleye aktığı için dışarda kalan muhalif kesimde müthiş bir düşmanlık, haset ve hırs duyguları oluşur. iki kesim arasında düşmanlık her geçen gün daha da keskinleşir. aşırı akımlara gün doğar. toplumda çatışma, anarşi ve terör yayılma eğilimine girer.
bir de bu kitleye köylüleri ilave ederseniz. ateşin üzerine benzin dökmüş olursunuz. tarım üretimi normalde basit bir pazar hadisesidir. arz ve talebe göre kendiliğinden işleyen sistem kurulur. devlet desteği araya girince ortalık karışır. sırf oy ve popülist politikalar için devlet kaynakları köylüye aktarılır. aslında aktarılan vergi gelirleridir. (bu kısmı kısa geçiyorum, tarımdaki çarpık uygulamalara misal olsun diye verdim. günümüzde tarım üretimi büyük işletmeler eliyle, devasa plantasyonlarda yürütülmeli ve klasik köylülük son bulmalıdır)
böyle bir toplum gırtlağına kadar siyasi çekişmelere batar. ülke yoksulluk, partizanlık, terör, insan hakları ihlalleri, çatışmalar içinde harap olur gider.
dolayısıyla, devletçilik denilen prensip, resmen ve resmen iktisat aleminin şeytanıdır. kan ve gözyaşından başka bir getirisi yoktur.
tüm bu rezaletten kurtulmanın yegane yolu, olabildiğince küçültülmüş devlettir. devlet; ordu, polis ve adaletten ibarettir temelde.
küçük devlet, büyük bir sivil toplum demektir. sivil toplum ise özgürlükler alanıdır. insanlar özel sektörde piyasaya dönük olarak çalışırlar. liyakate göre görev dağılımı yapılır. kimse geçimini sağlamak için partizanlık, militanlık yapmak zorunda kalmaz. bilakis kendini geliştirmek ihtiyacı hisseder. devlette militanlık yapıp yatacak olan kişi, özel sektörde mecburen vasıflı olmak durunda kalır.
esasen, ben burada meselenin çok küçük bir kısmını göstermeye çalıştım sizlere. gerçekte ise devletçilik burada anlatılandan çok daha korkunç bir canavardır. her şeyimizi elimizden alır. dünyada bize gün yüzü göstermez.
o yüzden:
yaşasın küçük devlet!
yaşasın özel sektör!
yaşasın hukuk devleti!
kahrolsun devletçilik!
kahrolsun sosyalizm!
insanlık için….
not: yukarıda anlatılanlar türkiye’nin geçmişten beri gelen klasik düzenidir. kemalizmin bize bir yadigarıdır. akp dahi devraldığı bu sistemi pek değiştirmemiş ve yalnızca kendi yararına kullanmıştır. kadroları kendi militanları ile doldurmakla yetinmiştir. şimdi muhalifler ağızlarının suyu akarak pusuda bekliyorlar. 2023’te iktidara gelip kadroları kendi taraftarları ile doldurmayı hedefliyorlar. lisanı hal ile “yeter ya hu, hep siz mi yiyeceksiniz, biraz da biz yiyelim” diyorlar.