CENNET VE CEHENNEM

bu dünya bizlere sunduğu kötülük ve şer potansiyeli ile diyalektiğin(tez-antitez-sentez) işlemesini sağlar. bu da şuur mertebelerinde ilerlememizi ve hakikate yaklaşmamızı temin eder. kötülüğün yani diyalektiğin negatif ayağının olmadığı bir ortamda şuurun yükselişi de mümkün değildir.

her aştığımız antitez bizi ateşten, karanlıktan, şeytandan bir derece kurtarır. her aldığımız şuur mertebesi ile nura, cennete, hakka bir derece daha yaklaşmış oluruz. yükseldikçe ve titreşim frekansımız arttıkça, güzel ahlaka ve cennete doğru uçarız. titreşim frekansımız düştükçe yoğunluğumuz artar, ahlakımız bozulur ve cehenneme doğru çökeriz.

bir örnek:

tez veya ifrat> savurganlık
antitez veya tefrit > cimrilik
sentez veya itidal> cömertlik

her insan bu örnekte verilen çelişkiyi bir ölçüde yaşamıştır. kişi, savurganlık ve cimriliği aştığında ve cömertlik denilen itidal haddine ulaştığında, o huyun ateşinden kurtulmuş ve cömertliğin verdiği huzur duygusuna ulaşmış olur. yani cimrilik ve savurganlığın insana yaşattığı acı deneyimlerden kurtulur ve verdiği huzur duygusunun cennetine girer.

ahlakın her bir şubesi için bu şekilde daha binlerce deneyim beklemektedir insanı ve her bir huyun ayrı ayrı cehennemi ve cenneti vardır. bu anlamda cennet de cehennem de dünyadadır. ancak sahip olduğumuz bilinç ölümden sonra da devam ettiği için, cennetimiz veya cehennemimiz de bizle beraber ölüm ötesi boyuta geçer. belki de ölüm ötesi boyutta zaman kavramı olmadığı için veya farklı olduğu için şuurumuz içindeki ateş veya huzur da ebedileşip kalacaktır bizlerle.

bu noktada inkar ve red, ateşte kalmanın bir numaralı müsebbibidir. zira inkar şuurun yükselişine ket vurur ve ilerleyişini imkansız hale getirir. bu nedenle her türlü inkardan şiddetle kaçınmamız gerekir. hiçbir şeyi inkar etmeye gerek yoktur. anlıyorsak âlâ; anlamıyorsak rafa kaldırmalıyız onu. belki de onun hakikati ilerde, başka bir zaman bize açılacaktır; ama inkar edersek, artık ebediyen ondan perdeleniriz..

İSLAM NEDİR?

sık sık duyarsınız… islamda bu vardır şu yoktur… islamda şöyle islamda böyle…

sanki allah’tan franchising almış gibi konuşurlar. kim verdi onlara bu yetkiyi bilinmez.

bunlar akıllarınca desteksiz laf etmemek için bir referans noktası ararlar. bunu da kuran ve hadis diye tespit ederler. bir kısmı geçmiş bilginleri referans alırken, bir kısmı da sadece kuran’ı referans almayı tercih eder.

ancak hiçbiri bu yaptıklarının çok büyük bir ego hilesi olduğunun farkında değildir. gerçi farkında olsalar bile yollarını değiştirirler miydi ondan da pek emin değilim; çünkü bunların çoğunun samimiyet gibi bir dertleri olduğunu düşünmüyorum. bu denli düşük şuur seviyesinde samimiyetin kırıntısı bile olmaz çünkü. olsa olsa egoyu beslemenin ve yaşatmanın derdi olur.

bunlar eksik kişiliklerinden doğan son derece zayıf pozisyonlarını, allah’ın arkasına saklanarak telafi etmek isterler. onların bu hallerini karikatürize edersek, allah’ın arkasına saklanıp bize dil çıkaran çocuklar mesabesinde olduklarını görürüz.

hz. ömer bir gün ibn abbas’ı çağırır ve ona “kitabımız bir peygamberimiz birken, bizler niçin ayrılığa düşüyoruz?” diye sorar. ibn abbas cevap verir “ayetler inerken biz ordaydık. ne için indiklerini biliyoruz. halbuki yeni nesiller bunları bilmiyor. hepsinin ayetleri farklı farklı anlaması normaldir” der. hz. ömer önce bu cevaptan çok rahatsız olur ve ibn abbas’ı kovar. ancak sonraki günlerde onu tekrar çağırıp bu sefer takdir eder.

peygamberin vefatından henüz kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen kuran farklı farklı yorumlanmaya başlanmışsa, aradan 1400 yıl geçtikten sonra iş ne dereceye varır siz düşünün. üstelik aradan bunca zaman geçtikten sonra mesele artık sadece yorum farkı da değildir. araya çok büyük kültür ve dil bariyerleri de girmiştir.

– malumunuz olduğu üzere norveç her açıdan gelişmiş bir ülkedir ve halkını refah, barış, huzur içinde yaşatabilmektedir. yemen, bangladeş, pakistan ise sefalet içindedirler ve hemen hemen hepsi insanlığın öldüğü yerlerdir . bunun tam tersi olması gerekmiyor muydu? çünkü sözü edilen ülkelerde kuran var, norveç’te ise yok(ama onlar dünyayı sömürdüğü için gelişti diyenler bu meseleyi anlamaktan çok uzaktırlar. onlar ümitsiz vakadırlar).

+ belki de biz meseleyi çok yanlış anladık. belki de asıl kuran şu devasa kainattır. onda gördüğümüz her bir unsur da allah’ın bir ayetidir. yine insan dahi kainatın mikro ölçekte bir kopyası olmak hasebiyle o da bir kuran’dır. bu anlamda kuran’a uymak ise evrendeki düzenin kurallarını keşfetmek ve ona uyumlu davranmak demektir. işte din de zaten budur. evrendeki düzenin kuralları yani sünnetullah bilgisidir. islam ise o kurallarla uyumlu olmaktan ibarettir. islam, teslim, selam, selamet hep aynı kökten gelen kelimelerdir. yani demek oluyor ki, evrenin kurallarına zıt düşmeyip onlarla uyumlu olmayı başarırsan, her türlü nimeti elde edersin. bu seni barışa, selamete, refaha, feraha çıkarır.

batı “bilim” adı verdiği yöntemle işte bu noktada şeklen de olsa kuran’a, dine yani kainatın kurallarına uyumlu olmayı başarmış ve bu çalışmasının da ödülünü bol bol almıştır. evet arkadaşlar norveç’in refah içinde olması müstehaktır; çünkü onlar kuran’a daha uyumlu bir toplumdur. bangladeş, pakistan, yemen ise orta çağın dogmatik din yorumu aşamasında kaldıkları için sefalet içinde yaşamaktadırlar.

batının bilimi için kainatın kurallarına şeklen uyum çabası dedik…çünkü kainat boyut boyuttur; sadece madde ile sınırlı değildir. maddenin bir kademe arkasında enerji boyutu ve onun da arkasında nur boyutu vardır. bu boyutların her birinin ayrı ayrı kurallar seti ve onlarla ayrıca uyumlanma süreçleri vardır. elbette bunlar başarılınca ona göre kazançları vardır. mesela nur boyutu(melekût alemi) ile uyumlanan kişi büyük bir iç huzuruna kavuşur. dünyadaki iç huzuru, ölüm ötesinde de cennetler olarak devam eder.

o yüzden biz sadece maddenin değil her boyutun uyumunun yani islamının peşindeyiz.

allah bizi dogmatik bilinç aşamasından tez zamanda kurtarsın ve günümüze uygun bilinç seviyesine erdirsin inşaallah. amin.

DÖRT YÖN

ego, insana dört yönden musallat olur.

soldan gelmesi günahlara, haramlara düşürmek yoluyladır.

sağdan gelmesi namaz, niyaz, oruç ve sair müslüman amelleri ve işleriyledir.

arkadan gelmesi sürekli geçmişin acılarını gündeme getirmesidir. zira ego ancak acılarla var olabilir.

önden gelmesi ise sürekli bir gelecek kaygısı oluşturmasıdır kişide. nostalji ve ütopya duygularının dahi egonun ön ve arka cenahlardan gelmesi ile doğrudan alakası vardır. kişi tevekkül sahibi olur ve anda yaşamayı öğrenirse, egonun ön ve arka cenahlardan musallat olma imkanı kalmaz. sol yandan gelmesi de bir şekilde önlenirse geriye tek bir yön kalır ki, ondan kurtulmak her babayiğidin harcı değildir.

ego şöyle düşünür, “padişah ben olduktan sonra müslüman olmak benim için sıkıntı değildir”. ancak problem şudur ki, ego bizatihi hakkın düşmanıdır. onun varlığı bile direkt küfürdür.

böylece ego kişiyi sağ yandan vurur ve kraldan fazla kralcı bir biçimde müslüman olmayı tercih eder; daha doğrusu müslüman görünmeyi daha kârlı bulduğu için öyle yapar. ancak dikkat ediniz, biz burada o kişinin münafık olduğunu söylemiyoruz. bâtıni bir manadır bu. bilinen anlamda münafıklık başka bir şeydir.

o kimse artık namaz kılar, oruç tutar, kuran okur vb. islami amelleri gücü yettiğince yapar. kendi gibilerden de çevre oluşturur veya onlara dahil olur. zaten bu çevre oluşturma ve aidiyet sağlayıcı kimlik onun en büyük gayelerindendir. belli bir kimlik altında bir araya gelip bir dayanışma grubu oluşturmak ego için olmazsa olmazlardandır. zira o kendini var bildiği ve kendinde güç vehmettiği için şu kocaman vahşi dünyada yalnızdır, emniyet hissinden yoksundur. kendinde güç gören, daha güçlüleri görünce korkacaktır elbet. işte bu korkusunu, güvenlik ihtiyacını bir gruba dahil olmakla teskin eder. büyük ihtimalle geçimini de bu çevresine borçludur.

daha ne olsun?

geçimi o çevre sayesinde, güvenliği o çevre sayesinde, sosyalleşme ihtiyacı o çevre sayesinde…bu gruplaşmanın esasen haşimoğulları, ümeyyeoğulları asabiyesinden farkı yoktur. kabile, egonun kitleselleşmiş halidir. öznemiz böyle yaşayıp gider…tüm amellerinin ego kaydında olduğundan habersiz…

son olarak da şu var: aidiyet ve kimlik için gruplaşma biz duygusunu oluşturur ama aynı zamanda öteki duygusunu da oluşturur. öteki demek çatışma, düşmanlık demektir. elbette ego o sırf öteki diye düşmanlık yapacak kadar aptal değildir. öteki kafirdir, zındıktır, bozuk görüşlüdür vs…kuzu postu giymiş kurdumuz dişlerini ve kızıl gözlerini gösterir hemen. egonun en büyük göstergesi budur işte. kan, kavga, düşmanlık, sapkınlık suçlaması, öfke, nefret vs…

tüm bu davranışlarını meşrulaştırmak için, meşrebine göre, ayetlerden, hadislerden, alim ve evliya görüşlerinden de delil getirmekten asla çekinmez…