her ne kadar kısmi bakış açısına göre dalgalar denizden ayrı gibi algılansalar da, bütünsel bakış açısına göre ve gerçekte dalga diye ayrı bir oluş söz konusu değildir; hepsi denizdir.
denizin şuurlu olduğunu farz edin. dalgalarda da yerel bir şuur, ilim, irade, kudret açığa çıkmış gibi bir görüntü doğacaktır. yine kısmi bakış açısına göre her bir dalga parçası sanki ayrı ve farklı bir varlığa/benliğe, ilme, iradeye, kudrete sahipmiş gibi görünecektir. halbuki külliyen çarpık bir bakış açısıdır bu. peygamberler bizleri şu şekilde uyarmışlardır:
“lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah”
“allah’tan başka davranış ve güç sahibi yoktur”
tüm olaylar ve tüm kişiler, o’nun bizlere bir görünümüdür; başkası değildir. zaten başkası da yoktur. yalnızca o var; o’nun fiili ve özellikleri(sıfatları) var.
işte böyle bir görüşe sahip olan kişi nefs-i mutmainne makamındadır ve tevhid ehli bir mümin olmuştur. onda asla kötü ahlak bulunmaz. nasıl bulunsun ki? tüm kötü ahlakın kaynağı, kısmi bakış açısından türeyen egodur. başkasını ayrıca bir varlık olarak görüp, onda bağımsız bir varlık, güç, kudret, ilim vehmedersek, o zaman nefsi emmare mertebesine düşer ve inanılmaz şerli bir insana dönüşürüz. karıncayı incitmez biri bile olsak, yine de dünyanın en kötü varlığı bizizdir artık.
zira, başkasında bağımsız bir varlık ve güç vehmettiğimiz anda, bizde ego denen canavar peydah olur. o yönde faaliyet gösterdikçe de muhkemleşir ve kıyasa başlar. kendi varlığını üstün görür, “kibir” sahibi bir iblis olur. başkasındaki nimeti (ilim, para, zeka…) kıskanır, en zararlı hastalık olan “hasede” düşer. ondaki güçten korkar; kin, nefret, öfke, saldırganlık hisleri açığa çıkartır…ila ahir…
işte bu yüzden, nefsi emmare mertebesinde olduğumuz müddetçe nefsimize zulmetmekte ve sözü edilen azaplarla cayır cayır yanmaktayız. ateşi ahirete erteleme yanılgısına düşmeyelim; çünkü o noktada her an yanma halindeyizdir artık. ahirette ise ayrıca bir oluş söz konusu değildir; dünyadaki halimiz neyse orada görünür hale gelecektir; hepsi o kadar.
nefsi emmarenin en büyük şerlerinden ve fesatlarından biri de içtimai plandaki bölücülüğüdür. egosunu belli bir çevreye, gruba, cemaate, zümreye, millete iliştirmek için sonsuz bir iştiyak duyar; çünkü kendi cüzi varlığı ile korku içindedir; zayıftır; güçsüzdür. büyük bir grupta kendi kimliğini eriterek onlarla dayanışmaya girmek, imkanlara ve güce kavuşmak ister. bunu yapınca da o grubun dışındakileri ötekileştirir. artık durum ve şartlara göre ötekine her şeyi yapmak caiz olur onun indinde. ötekini aşağı görür, ezer, sömürür, öldürür… bunların en masumları, kendi grubunu üstün ve ayrıcalıklı tutan ve diğerlerini de şu veya bu derece sapmış addedenlerdir. en fenaları ise kesmeyi, biçmeyi, doğramayı kendine hak görenlerdir.
paradoksal bir durumdur ama kendine “müslüman” adı veren insanların da hâli diğerlerinden farklı değildir. ümmet adı verilen büyük bir yapı tanımlayıp diğerlerini dışta bırakırlar. akabinde hızını alamayıp ümmet içinde de bin türlü cemaatler kurarlar ve egolarını öncelikle cemaatlerine iliştirirler. bunu adı da islam olur… ondan sonra gelsin ayetler, gitsin hadisler…
halbuki en başta da değinildiği gibi mümin olmak ancak egodan vazgeçmek ve bütünü görmekle olur. bu şekilde tevhidi gerçekleştiremeyen kimsenin kuran okuması da, hadis okuması da yalnızca mekri ilahidir ve kendisi için vebaldir; zira onları egosu doğrultusunda kurguladığı bir dünya için yapı taşı derecesine indirgemiştir. bu düpedüz allah’ın ayetlerini menfaat için kullanmak veya çok ucuza satmak demektir. mesela hayatı milli görüş çizgisinde bu türden işlerle geçen erdoğan dahi artık bu rezilliği farketmiş olacak ki, parti toplantısında kuran okuyan gençleri susturmuş ve “burası cami değil, türbe değil” şeklinde tepki göstermiştir.
işte islamcı camianın genel seviyesi budur.
sonuç: dindar insanın, dindar olmayandan farkı yoktur diyemeyiz elbet; ancak birbirlerinden çok da farklı olduklarını düşünmüyorum. müslümanda egonun büründüğü elbisenin(dünya görüşünün) rengi yeşildir; yani o elbisenin kumaşı, kuran ve hadisten dokunmuştur. kurt, kuzu postuna bürünmekle kurtluğundan kurtulmuş olmuyor maalesef.