İSTEK

istek1

istemek, ego kaynaklıdır; ancak bu hakikati anlamak da anlatmak da kolay değildir. zira böyle söylediğiniz anda, karşı argümanları sıra sıra dizerler önünüze ve sizin kastettiğiniz mana heba olup gider.

insandan başka isteyen, talep eden, heves eden, arzu eden bir canlı var mı ki? mesela bir kedi ister mi, yoksa sadece anlık güdüleri doğrultusunda mı hareket eder? burayı iyi anlayalım; anlamazsak “kedi de mama ister” deyip kendimizi safsatayla işin içinden sıyırmaya kalkarız.

anın gereğini yapmak, o doğrultuda harekete geçmek “istemek” değildir. istemek, vehimden, kuruntudan doğup geleceğe uzanır. gelecek kaygısı istemenin başlıca semptomudur. kedide ise gelecek kaygısı yoktur. dolayısıyla istek de yoktur.

gelecek kaygısı…geleceğe dair hayaller…geleceğe dair beklentiler..işlerin yolunda gittiği hissi varsa mutluluk; yoksa hayal kırıklığı ve depresyon…

dikkat edin! sırf istemek yüzünden başımıza ne dertler açılıyor. halbuki geleceğe dair bir şeyler speküle etmesek, içinde bulunduğumuz anda, günde rahat rahat yaşasak bizden mutlusu olmaz.

isteklerin insandaki spekülasyon kabiliyetinden yani vehim kuvvetinden doğduğunu tespit etmiş olduk. peki vehim neydi?

evet, büyük alemdeki şeytan, küçük alem olan insanda vehim kuvvesi olarak beliriyordu. bu kuvve ancak ego zemininde faaliyet gösterebilir. sonuçta bütün yollar roma’ya çıkıyor. nereden bir belanın kuyruğunu takip etsek, mutlaka ya vehme ya egoya uzandığını görürüz.

soru: insan akıllı bir canlıdır. hayvan gibi olamaz. yarınını düşünür ve geleceğini karanlık görürse endişe eder. nasıl endişe etmesin ki?

endişe etmesin; çünkü hiçbirimiz hatta bu evrende tek bir zerre bile başıboş değildir. evren matematik bir modellemedir. ondaki her unsur hesabı kitabı yapılmış, başı sonu belli bir yapı malzemesidir. insan dahi böyledir. her insanın bu alemde bir görevi vardır. ömrü, rızkı, soyu, evliliği, çocukları ezelden takdir edilmiştir ve bellidir. bu yüzden istemek, boşu boşuna kendini yormak ve zora sokmak olur: nasibin zaten sana gelecek. kimsenin engel olmaya gücü yok. nasibinde olmayanı ise sana sultan mahmut bile veremeyecek.

öyleyse bu inancı kalbimize yerleştirelim ve hayatın tadını çıkartalım ve unutmayalım: küçüklük-büyüklük; önemli-önemsiz algısı da ego kaynaklıdır. çayımızı içerken, kekimizi yerken tadını çıkarta çıkarta yiyelim. kek yemeyi, cumhurbaşkanı ile görüşmekten daha az önemli saymayalım. her şey böyle…

TÜRKİYE’NİN DÜZENİ

iyiidare1

türkiye’nin rezil bir düzeni vardır.

iktidar olan parti tüm kadrolara liyakat gözetmeksizin yandaşlarını atar; makam ve mevkiler onlar için birer ganimettir. bu da yetmez, kadrolar lüzumsuz yere şişirilir de şişirilir ve yine yandaşlarla doldurulur.

ayrıca toplumu kontrol altında tutmak için geniş bir basın yayın, medya ağı ve orada kemik karşılığı istihdam edilmiş köpekler beslenir. bu köpek sürüsünün başlıca görevi sürekli karşı cenaha havlamak hatta yeri gelince ısırmaktır.

tüm bunlar ne içindir?

gelecek seçimleri garantiye alabilmek içindir elbette.

sonuçta devlet tarafından ulufeleri ödenmesi gereken devasa bir asalak sürüsü peydah olmuştur. vergilerden gelen paranın bunları karşılaması mümkün olmayınca, dolaylı vergiler(ötv, kdv, akaryakıt vergiler vs) salınır.

sonuçta iğneden ipliğe, gariban vatandaşın patatesine, soğanına kadar yansır bu vergiler. hepsi partizan asalakları beslemek içindir.

üretici kesimin, esnaf ve sanayicinin bu vergilerle baş etmesi mümkün değildir. hayatta kalabilmek için mecburen alavere dalavereye başlarlar. milletin ahlakı bozulur. işte çürümüş ve ahlaksız üçüncü dünya ülkeleri bu şekilde ortaya çıkarlar.

yanlış anlaşılma olmasın. bu yazıda hedefim belirli bir parti değildir. türkiye’nin düzeni, akp’den önce de böyleydi. akp devraldığı düzenin üstüne oturup aynen devam ettirdi. iyileştirmek için bir şey yapmadı; yapması de pek mümkün değildi zaten.

o yüzden hep diyorum: gelişmekte olan ülkeler için demokrasi ve çok partili rejim zehirlidir. bu kategori için en uygunu, liberal prensipleri ve gerçek bir serbest piyasa ekonomisi modelini benimsemiş tek parti yönetimidir. eğer tek parti, sosyalist olursa veya sosyalizmin bir alt sürümü olan devletçiliği benimsemişse, o ülke yine batar.

derdimizin devası, kamunun küçültülmesidir. devlet personel olarak şimdikinin üçte birine kadar küçültülmelidir. bu ne demek biliyor musunuz? her üç kamu görevlisinden ikisinin işine son vermek demek…orduyu, polisi, jandarmayı ufaltmak ve makul ölçülere indirmek demek…

var mı bunu yapabilecek babayiğit?

yok.

ne akp ne de başka partiler asla buna cüret edemezler.

eğer muhalif bir parti iktidara geçecek olursa, o da aynı ganimet politikasını izlemekle yetinecektir.

bu düzen böyle gelmiş böyle gider.

gariban vatandaş süründüğüyle kalır.

umarım bir gün bir hz. ömer gelir de çanınıza ot tıkar, be hey zalim büyükbaşlar.

zulmünüzde boğulun.