bu mesele etrafında ortaya atılan görüşlerin çoğu sığ bakış açılarının ürünleri olur genelde.
bir ülkedeki politik karar alma mekanizması hiç de sanıldığı gibi işlemez.
toplum, ortak çıkarlar etrafında bir araya gelen gruplardan oluşur. her çıkar grubu kendi faydasını maksimize etmeye, güç ve para pastasından en büyük dilimi almaya çalışır. bu esnada diğer çıkar grupları ile mücadeleye girer. toplumdaki her fert içgüdüsel olarak ait olduğu çıkar grubunu bilir; tıpkı bir sürüde emeceği annesini bilen yavrular gibi.
gelişmiş bir toplumda iktisadi derinlik fazladır ve birden fazla çıkar grubunu besleyecek kaynaklar mevcuttur. dolayısıyla siyasi mücadeleler ılımlıdır. geri kalmış toplumlarda ise siyasi mücadeleler çok sert ve kanlı geçer; çünkü paylaşacak pasta küçüktür ve gruplardan birine ancak yeter; diğer adaylar tasfiye edilmek zorundadır.
bu sebeple demokrasi ancak sanayi toplumlarında var olabilir. bakın size demokrasinin her türlü safsatadan, demagojiden arındırılmış tarifini vereyim. eğer iyi anlaşılırsa elinizde maymuncuk gibi bir anahtarınız olur. her türlü siyasi problemi şıp diye çözersiniz.
*demokrasi halkın kendi kendini yönetmesi değildir. bu tarif belki de tarihin yapılmış en iptidai demokrasi tanımıdır.
*demokrasi, halkın oyuyla ülkenin geleceğine karar vermesi değildir.
*demokrasinin “çobanın oyu, profesörün oyu” vs. gibi kıyaslarla bir alakası yoktur. mesele kaynak paylaşım savaşından ibarettir… önümüzde bir kazan yemek var. bu yemeği paylaşacağız. profesör olsan ne olur, köylü olsan ne olur…eğitimli olsan ne olur, cahil olsan ne olur…
gerçekte demokrasinin özü pluralizmdir. iktidarın bir çıkar grubunun, zümrenin, sınıfın tekelinde olmamasıdır. pluralizmi serbest piyasa ekonomisindeki gibi düşünebiliriz. irili ufaklı bir çok çıkar grubu vardır ve hiçbir grup iktidar tekeline sahip değildir ve karar almak için birbirleri ile uzlaşmak zorunda kalırlar. işte bu bize yeterli özgürlük alanı açar. siyasi tekelin olduğu yerde ise istibdat başgösterir. tıpkı serbest rekabetin olmadığı tekelci piyasada, pahalı ve kalitesiz ürünlere mahkum olmamız gibi…
sonuç: seçim sandıkları, halk oylamaları birer şovdan ibarettir. safsatalara, demokrasi etrafında uydurulmuş efsanelere itibar etmeyiniz. son tahlilde iktidarı belirleyen, gruplar arası güç dengeleridir. her grup ancak gücüne göre kamuoyu oluşturur ve kendi söylemini meşrulaştırma imkanına kavuşur.
sanayileşmiş ve yeterince derinleşmiş bir ekonomiye sahip olan her ülkede, öyle veya böyle, eninde sonunda demokratik sistem ortaya çıkar. geri kalmış bir ekonomide ise demokrasi palavradır. böyle bir ülkeye demokrasi empoze etmeye çalışmak da hem anlamsız hem de yıkıcıdır. geri kalmış ülkeler için en iyi yönetim şekli, kapitalist kalkınma metodunu benimsemiş tek parti rejimidir. sol ve sosyalist politikalar zehirlidir; ülkeyi geri kalmışlık kısır döngüsüne hapseder ve toplumu içten içe çürütür.
not: evet, bu konu doğrudan tasavvufi bir mesele sayılamaz. ancak demokrasi kavramı üzerinde limitsiz spekülasyon yapılagelmektedir. bu yazı aklımızı ve kalbimizi sayısız safsataların vereceği bulanıklıktan korumak amacıyla kaleme alınmıştır.