YEMEK

worldcousine3

lezzet nedir?

niçin lezzetli yemekler peşinde koşarız?

biraz önce nefis görünümde olan o yemek, çiğnendikten sonra ne hale geliyor?

hayvanlar lezzetli yemek aramıyorlar hatta onlar için lezzet kavramı mevcut değil. basitçe enerji ve hammadde girişi yapıyorlar.

biz neden hayvanlar gibi davranmıyoruz?

matrix filmindeki gibi bünyenin bütün ihtiyaçlarını karşılayan bir bulamaç hazırlayıp, hep onu yesek olmaz mı?

şöyle hayalen dünya sofralarını geziyorum. binbir türlü yemek. tatlısı, tuzlusu vs…peki ne görüyorum?

sanki ruh gıda alemine tenezzül ve temas etmiş ve kendi ahengini, armonisini bir hatıra olarak ona bırakmış. çünkü maddedeki terkip ve organizasyon ruhtan haber verir.

bu açıdan baktığımızda yeryüzü bir sofradır, ilahi bir sofra. bu sofranın sahibi olan zat bizlere maharetlerini göstermek ve karşılığında takdir ve teşekkürlerimizi almak istiyor. o sofranın nimetlerini yerken aldığımız haz fıtri bir teşekkürdür ama bu yetmez. şuurlu bir varlık olan insanın şuurlu olarak da kozmik aşçıya teşekkürlerini sunması icap ediyor.

peki o nimet ve ihsanların yalnızca teşekkür ve zikir(anma, hatırlama) suretinde olan ücretinden kaçınırsak başımıza neler gelir?

hani amerikan filmlerinde bir klişe vardır… yedikleri yemeğin ücretini ödemeyen şahıslar bir araba sopa yerler veya restoranın dağ gibi bulaşıklarını yıkamak zorunda kalırlar. işte öyle…

“sonra o gün, size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz.”(tekasür 8)

HZ. DAVUT

Mountain2

 

rivayet edidiğine göre, hz. davut’un sesi o denli etkileyici idi ki, “zebur” okuduğunda dağlar, taşlar ve kuşlar ona eşlik eder, onun zikir halkasına dahil olurlardı. elbette ki, pozitivist-materyalist formatlı batı eğitiminden geçmiş günümüz insanlarının, bu ifadelerden bir şey anlamasını bekleyemeyiz.

ben de vakti zamanında kendi kendime sormuştum. tamamen cansız maddelerin, dağların, taşların, kuşların hz. davut’un zikrine iştirak etmesi ne anlama geliyordu? bu sorumun cevabı, zaman içinde yavaş yavaş kalbime düştü. kendimce o hakikati bir parça anladım.

bu mevzuyu idrak edebilmek için önce maddenin enerjetik boyutu ve melekler bahsinden haberdar olmamız gerekiyor.

bir kartonun üstüne demir tozlarının serpildiğini ve kartonun altına da bir mıknatısın yerleştirildiğini düşünelim. demir tozları derhal mıknatısın kuvvet alan çizgileri doğrultusunda hizaya gireceklerdir.

bu dünyanın hatta kainatın da işleyişi aynen bu misaldeki gibidir. dış planda unsurların hareketini görürüz ama gerçekte arka planda her işi çekip çeviren bu görünmez kuvvet alanlarıdır. her kuvvet alanının belli bir titreşim frekansı ve ona bağlı olarak değişen bir anlamı vardır. titreşimi yüksek olan alanlar, daha az titreşimi olan alanları domine ederler.

eğer bu bilgiyi iyi idrak edersek, dinin bir çok hükmünü ve sayısız hikmetlerini kimse bize izah etmese bile rahatlıkla kendimiz anlayabiliriz.

evet, etrafımızda gördüğümüz tüm maddi varlıklar, dağlar, taşlar, rüzgarlar, bulutlar, hayvanlar ve bitkiler bu kuvvet alanları tarafından sevk ve idare edilirler. her varlığa şeklini, şemalini, sınırlarını, vazifesini ve özelliklerini veren bu güç alanlarıdır. bu güç alanı yok olduğu takdirde geriye sadece bir avuç toz ve kül kalır çünkü artık bu maddeleri organize edecek güç yitmiştir.

bu açıklamalardan sonra artık hz. davut zebur okurken dağların, taşların ve kuşların ona nasıl eşlik ettiklerini kavrayabiliriz sanırım. her insan gibi, hz. davut’un dahi fizik bedeninin paralelinde enerjetik eşleniği ve bir güç alanı vardı. bir kimse ilahi isimleri zikretmeye başlayınca ondaki güç alanı etkilenmeye, titreşimini yükseltmeye ve dalga dalga etrafa da tesir etmeye başlar.

o kimsenin güç alanı ile dağların, taşların, kuşların güç alanı rezonansa girince tam da bize rivayet edilen hadise vuku bulur. hatta çok yüksek güç alanlarına maruz kalan canlıların ölmesi bile söz konusu olabilir.

kuran’da kuşların da bilhassa zikredilmesinin özel bir önemi vardır. zira yukarıda bahsedildiği gibi, her hayvanın kendine özgü bir güç alanı ve onun bir titreşim frekansı/zikri mevcuttur; ama hayvanlar içinde enerjetik alanının titreşimi en yüksek olan kuşlardır. bu noktada kuşların da önderi bülbül’dür.

bu bahsedilen güç alanının titreşimi düştükçe, ilgili varlığın seviyesi ve değeri de düşer. bu hakikat insan açısından önemlidir çünkü titreşim frekansı düştükçe kötü ahlak, yükseldikçe de latif ahlak o mahluktan sâdır olmaya başlar. bu noktada, peygamberler ve evliyanın spritüel eşleniklerinin titreşim frekansının çok yüksek olduğunu ve onların yüksek bir ahlakın temsilcileri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. yine aynı sebeple, kendileriyle kuşlar arasında bir etkileşim kapısının açılacağını öngörebiliriz.. evet, onlar adeta kuşlarla konuşurlar, sohbet ederler.

ilaveten, bazı hayvanların etinin haram kılınmasının hikmetini de mezkur hakikatten süzebiliriz. titreşimi çok düşük, dolayısıyla yenmesi halinde insanın da enerjetik alanının titreşimini düşürecek ve neticesinde de kötü ahlaka yol açacak hayvanların etinden sakınmamız istenmiştir bu sebeple.

bu bahsi istediğimiz kadar genişletebiliriz. netice-i kelam, bu meseleyi iyi idrak eder ve iyi tefekkür edersek, adeta elimize bütün kapıları açan bir anahtarın/maymuncuğun geçtiğini ve çoğu problemlerin çözümünü veren bir formülasyona ulaştığımızı görürüz.

not: yazı içinde de belirttiğim gibi bu bahsi bir çok dini mevzunun izahı için kullanabiliriz. bulutların sevki ve yağmurların yağması…insanların toplu dua yoluyla bulutları celp edebilmesi gibi…

abdest ve boy abdestinin de zahiri bir temizlik olmaktan çok insandaki enerjetik alanın negatif birikintilerden temizlenme hadisesi olduğunu da söyleyebiliriz. su, negatif birikintileri alır götürür. peki nereye götürür? elbette dünyanın enerjetik alanına aktarır.

bu durumda insanlık olarak sadece fabrika atıklarıyla denizleri kirletmiyoruz, günahlarımızla dünyanın manevi boyutunu da her geçen gün kirletiyoruz. bu günah kirleri bize felaketler olarak geri döner çünkü düzgün işleyen bir mekanizmanın içine bir avuç kum atılmışçasına, dünyanın enerjetik boyutu işleyişini bozar ve aksatır. bu durum madde planına doğal felaketler olarak yansır.

“ben özgürüm, istediğim günahı işlerim” diyenler iyi düşünsünler. zira işlediğimiz günahlar diğer insan ve canlıları, kurttan kuşa kadar her mahlukatı olumsuz olarak etkiliyor.